Genel Sekreterimiz, Karşıyaka Hakimi Ayşe Sarısu Pehlivan'ın, Anayasa değişikliğinin yargıya etkisini Evrensel'e değerlendirmesi

Genel Sekreterimiz, Karşıyaka Hakimi Ayşe Sarısu Pehlivan'ın, Anayasa değişikliğinin yargıya etkisini Evrensel'e değerlendirmesi

Yargıçlar Sendikası Genel Sekreteri, Karşıyaka Hakimi Ayşe Sarısu Pehlivan, Anayasa değişikliğinin yargıya etkisini Evrensel'e değerlendirdi.

Emine UYAR
İzmir

Ülke tarihinin en önemli referandumuna gidilirken, Anayasa’da yapılmak istenen değişikliklere getirilen en önemli eleştirilerden birisi de demokrasilerin olmazsa olmazı kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılması.

Yargıçlar Sendikası Genel Sekreteri, Karşıyaka Hâkimi Ayşe Sarısu Pehlivan ile yargıda örgütlenmenin durumunu, Anayasa değişikliği ile HSYK'da yapılması planlanan değişikliklerin yargıyı nasıl etkileyeceğini konuştuk.

Anayasa değişikliği HSYK'nın yapısını da değiştiriyor. Nasıl bir değişiklik sözkonusu, bunun yargıya etkileri ne olacak?

Şu anki sistemde Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) 22 kişiden oluşuyor. Cumhurbaşkanı, mevcut sistemde adli ve idari yargıdan değil, hukukçu öğretim üyeleri ve avukatlar arasından 4 üyeyi seçiyordu. 3 asıl üyeyi Yargıtay, 2 asıl üyeyi Danıştay, 1 asıl üyeyi de Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu belirliyordu. 10 asıl üye ise adliyelerde kurulan sandıkla, hâkim ve savcılar tarafından seçiliyordu.

Anayasa değişikliği ile Yargıtay, Danıştay, Türkiye Adalet Akademisi ile adli ve idari yargının HSYK’de “kendi temsilcilerini” seçme hakkı kaldırıldı. Buna karşılık artık yargıyı yönetecek olan HSYK’de sadece Cumhurbaşkanı ve TBMM’nin seçeceği üyeler görev yapacak.

Adalet Bakanı’nın konumu başkan olarak devam edecek ve müsteşarı da “doğal üye” olarak yer alacak. Kurulun kalan 11 üyesi ise atama yoluyla belirlenecek. 4 üye, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından atanacak. Cumhurbaşkanı, bunlardan 3’ünü adli yargı hâkim ve savcıları arasından, birini ise idari yargıdan seçecek. 7 üye TBMM tarafından seçilecek. Bu 7 üyeden 3’ü Yargıtay, 1’i Danıştay, 3’ü ise hukukçu öğretim üyeleri ve avukatlar arasından belirlenecek. Meclisin seçeceği kişiler de aslında yine partili cumhurbaşkanının belirlediği kişiler olacak.

YARGI ERKİ YÜRÜTMEYE TESLİM EDİLİYOR 

Öte yandan HSYK halen üç daire olarak çalışıyor, bunlardan birisi atama ve yetkilerden sorumlu. Yani hangi hâkim hangi şehirde görev yapacak ve kim hangi davalara bakacak bunları belirliyor. Bir daire, hâkim ve savcılara açılan soruşturmalarla ilgili iken diğer daire ise terfilere bakıyor. Bizler belli bir dereceden başlıyoruz mesleğe, her iki yılda bir incelemeye alınıyoruz. Bu süre içinde karara bağladığımız dosyalar, müfettiş raporları, not sistemi kaldırılmadan önce o iki yıl içerisinde ne kadar dosya Yargıtay'dan onanarak geçmiş, ne not alınmış, bunların hepsinin hesabı yapılarak bir üst sınıfa yükseltilmemiz şeklinde karar alınıyor. Bunların hepsini HSYK belirliyor.

Şu anda “özel yetkili mahkeme yok” denilse de Sulh Ceza Mahkemeleri mevcut halleriyle aslında özel yetkili mahkemeler. Oralarda görev yapan kişiler çok önemli görevler ifa ediyorlar. O mahkemeler HSK tarafından şekillendirilecek. Dosyanın nereye düşeceği belli olmasa önemli değil dersiniz ama belli türdeki davaların belli mahkemelerde görüleceğine dair düzenleme var. Böyle olunca da oralarda yetkilendirilenler siyasi iradenin istemi dışına çıkacak hâkimler olmayacak.

Değişiklikle birlikte bir de “Yüksek” ibaresi çıkıyor HSYK’dan. Hâkimler Savcılar Kurulu oluyor. Bu çok önemli bir değişiklik değil gibi görünse de dönüşümü tarif ediyor ve psikolojik bir etkisi var aslında. Yargı artık ‘yüksek’ değil, yürütmenin altında. Yani ‘yürütmenin altında çalışacak bir kurul’ pozisyonuna sokuluyor. Bu da yargı bağımsızlığının olmaması demek.

 ‘BİZE KÖTÜ BİR MİRAS BIRAKILDI’

Bu sürece gelinmesinde yargı mensuplarının sorumluluklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sorun aslında bizde. Bizler yargı olarak gerçekten düz duruşu gösterebilseydik, eğilip bükülmeseydik bunların hiçbiri yaşanmazdı. Biz her zaman bir ‘sopalık’ görevini almışız, bu görev bize verilmiş. Kim güçlüyse onun yanına yapışmışız. Kendi ayaklarımızın üzerinde duramamışız. Bize kötü bir miras bırakılmış. Biz o mirası reddediyoruz küçük bir grup olarak. Bize de nefes aldırmıyorlar.

Birçok meslektaşımız yargıda bağımsızlığı ve tarafsızlığı şöyle algılıyor; “Bana kimse ‘şu dosyada şunu yap, şöyle karar ver’ diyemez”. Bu değildir yargı bağımsızlığı. Senin ataman, yetkilendirilmen, maaşın, çalışacağın personelin, bütçendir. Bütçen yok, her şey yukarıdan ne kadar verilirse...

‘HÂKİMLER DEVLETİN MEMURU DEĞİLDİR’

Yargıda Birlik Derneği üyeleri, “Seçimlerde bizimle hareket edin, cemaati birlikte dövelim” diyorlardı. “Biz ne cemaat diyoruz ne de Hükümet. Yürütmenin de insanları nasıl kullandığını, hâkim ve savcıdan neleri aldığını görüyoruz, yıllar içerisinde bunlar yaşanmış. Her iki tarafa da yaklaşmıyoruz” dedik. Buna karşılık, “Ne olacak ki hâkim ve savcının kırtasiyesini Adalet Bakanlığı veriyor” diyorlardı. Adalet Bakanlığı ile Yargıda Birlik Derneği’nin birlikte olması bu cümle ile ifade ediliyordu. Bunları zaten devlet vermeye mecbur, bu şekilde örgütlenmiş. Bunu veriyor diye onunla işbirliği yapmak zorunda değiliz.

Bir de şu var, çoğu meslektaş kendisini devletin memuru olarak görüyor, millet adına karar verdiğinin farkında bile değil. Siyasi irade de bunu çok güzel kullandı. 3 bin 800 kişi ihraç edildi yerine alınanlar avukatlıktan geçme, hâkim, savcı yeterliliği vs.si yok. Bunlar önemsenmiyor, “İhraç ettim, yerine de koydum oldu-bitti” deniliyor.

‘HUKUK DİYENLERİN BİRARAYA GELMESİ LAZIM’

Bütün bunların topluma yansıması nasıl olacak, hukuksuzlukla bir ülke yönetilebilir mi?                       

Anayasa değişikliği tek adam rejimi, otoriter bir rejim getiriyor. Şu anki Cumhurbaşkanı ile ilgisi olan bir şey değil, kim olursa olsun çok tehlikeli. Neleri göreceğinizi kestiremiyorsunuz, çünkü değişikliklerin içinde denetim mekanizmaları yok. Bir kanunun nasıl uygulanacağını bile Cumhurbaşkanı söyleyebilir deniliyor. Böyle bir şey olabilir mi? Partili olan bir Cumhurbaşkanı olacak belki o partinin bir ilçe başkanı bile hâkim ve savcı üzerinde etkili olmaya başlayacak. Şu ana kadar yaşanan hususlar da bundan sonra neleri yaşayabileceğimizi gösteriyor.

ANAYASA TOPLUMSAL MUTABAKAT OLMAKTAN ÇIKTI

Anayasa çerçeveyi belirler, kişilerin insiyatifine bırakmaz, işleyecek bir şekilde denetim mekanizmalarını oluşturur ve sistemini onun üzerine kurar. Anayasa bir toplumsal mutabakattır. Şimdiki hazırlanış tarzı itibariyle Anayasanın toplumsal mutabakat olmaktan çıktığını görüyoruz. Kimin, hangi hocanın hazırladığını bilmiyoruz örneğin. Tamamen bir siyasi partinin hazırladığı bir anayasa diğer bir parti de buna destek çıkıyor. Sonra ben bunu bütün ülkede anayasa olarak uygulayacağım diyorsun. İnsanların da iradelerini sakatlıyorsun. İçeriğinin de doğru bir şekilde anlatılmasını istemiyorsun ve korkutuyorsun sürekli; hayırcılar FETÖ’cüdür, PKK’lıdır diyerek. İnsanların neye oy verdiğini bilmesi ve kendi geleceğini belirlemesi en doğal hakkıdır. Şu an HDP milletvekilleri içeride, gazeteciler içeride. Kalemleri kullandırtmıyor, ağızları konuşturmuyorsun sonra da anayasa değişikliği yaptım diyorsun bu olmaz ve böyle gitmez. ‘Evet’ çıksa da gitmez. Diğer taraf ne olacak, kendisini buraya ait hissetmeyecek mi?

Bunun sürdürülmesi mümkün değil. Böyle bir toplum, ülke ya yıkılır silinir tarihten ya da tekrar silkelenerek ayağa kalkar. Onun için de gerçekten hukuk diyen insanların bir araya gelmesi lazım. Yargı içerisinde böyle insanlar var ama çok dağınık ve sessiz. Önemli olan aynı şeyi hisseden insanları bir araya getirebilecek bir şeyin olması. Biz bunun için varız. Ses olalım, mücadele edelim, birbirimizle dayanışalım. Çünkü bizim gidecek başka yerimiz yok.

Referandum sürecinde sendika olarak siz neler yapacaksınız?

Sendika olarak referanduma ilişkin görüşümüzü, anayasa değişikliğinin otoriter bir rejime götüreceği ve tek adama yönetim olarak teslim edeceği düşüncesi ile “Hayır” yönünde açıkladık. Bu görüşümüzü her yerde dile getiriyoruz. Arkadaşlarımız televizyon programlarında, makalelerinde anlatıyor. Ses olmaya, konuşmaya, tartışmaya devam edeceğiz. Hukuk, haksızlığa uğrayan herkesin sığınacağı bir limandır, bu limanı kaybetmememiz lazım, yoksa fırtınalarda boğulur gideriz. Arkadaşlarımızı örgütlü olmaya davet ediyoruz. Örgütlü mücadele her zaman güç verir.

YARGIDA ÖRGÜTLENME SÜRECİ

Bildiğimiz kadarıyla Türkiye’de hâkim ve savcıların örgütlenmesi ilk olarak 2006 yılında YARSAV’la başladı. Siz nasıl örgütlendiniz? 

YARSAV kurulduğunda ben Ankara Ticaret Mahkemesi üyesiydim. Ömer Faruk Eminağaoğlu öncülüğünde Yargıtay’daki savcı, tetkik hâkimi arkadaşlarla birlikte başlayan bir süreçti -sonra bu arkadaşların hepsi 2010 HSYK’sı tarafından bir yerlere gönderildi- kurucu yönetim kurulu oluşturuldu, tüzük hazırlandı, imzaya açıldı. Ben de büyük bir heyecanla, “yargıda bir hak arama olacak, mesleğimizin geleceğini belirleyeceğiz, siyasi iradeye karşı kendi haklarımızı koruyacağız, en azından bir ortak ses olacağız, birilerine duyuracağız” diyerek imzaladım. 501 kurucu üye ile kurulmuştu. Hemen bir genel kurul yapıldı, ben o zaman yedek yönetime girdim. Ne yapmalıyız, neleri öne çıkarmalı, hangi yönetmeliklerle ilgili davalar açmalıyız, hâkim-savcı alımında uygulanan usullerle ilgili nasıl bir yol izleyelim de yanlışlıkları düzeltelim gibi konuları tartıştık epey de davalar açtık.

Hâkim-savcı alımındaki sözlü sınav kayıt altına alınmıyordu, koruma, kollama çok oluyordu. Kayıt altına alınsın ki bir dava açıldığında delil olsun, sadece Adalet Bakanlığı mensupları değil, dışarıdan alanında uzman, psikolog, sosyolog, iletişim uzmanı gibi kişiler de olsun -ki bir hâkim için kendini ifade etme, karşısındaki insana ne istediğini aktarma, vücut dili okuyabilme vs. önemlidir- diye davalar açtık. Kayıt altına alma talebimizi, “özel hayata dokunma olarak görüyoruz” deyip kabul etmediler. Bu gerçekçi değildi tabii ki. Sadece Yargıtay’dan da birilerini aldılar heyete.

Yurtdışındaki yargı örgütleri birlikte işler yaparak, yargının dışarı açılmasını da sağladık. Dışarıdaki bir hâkim nasıldır, bizden farkı nedir, hangi koşullarla çalışır gibi konuları hiç düşünmemişiz bile. O hâkim ve savcılarla sohbet ettik dilimiz döndüğünce. Ergenekon-Balyoz sürecinde İtalya’daki “Temiz Eller” operasyonunu yürüten savcıyı çağırdık bir panele, tecrübelerini aktarması için.

Biz bunları yaparken siyasi iktidar, “YARSAV, ‘YARSAP’ olmuş, parti kursunlar” dedi. O zaman Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’di. Birileri bir şeyleri doğru söylüyor ama siyasi iradenin hoşuna gitmiyordu. Halkın gözünde itibarsızlaştırmak için, “Cübbelerini çıkarsınlar siyasete girsinler” gibi cümleler sarf ettiler.

2009’da seçim yapıldı. Kurucu Başkan Ömer Bey’in yönetime girmesi engellendi. Bir sürü etken vardı. Herkes şaşkın. “YARSAV’ın içerisine bir sürü cemaatçi girdi, bu Ömer Bey’in seçilmesini engelledi” değerlendirmeleri yapıldı. Emine Ülker Tarhan seçilmişti o genel kurulda. Ardından 2010 referandumu yapıldı. Dernek’te de -HSYK seçimlerindeki başarısızlığın belki üzerinden atılması için belki bir güven tazeleme gibi diyebiliriz- 2010’da olağanüstü genel kurula gidildi.

Biz de Eminağaoğlu’nun seçilemeyişi ile ilgili, birçok cemaatçi girdi söylemlerini tartalım bakalım dedik. “YARSAV hepimizindir” hareketini başlattık ama genel kuruldaki üyeleri ikna edemedik. Dolayısı ile yönetimi yine Emine Ülker Tarhan’a teslim ettik.

Sendikalaşma süreci nasıl oldu?

Dernek belli bir yol kat edip kendisini ispatladıktan sonra, yurtdışındaki derneklere de üye oldu.

“Bu sefer sıra sendikada” dedik. 2011’de Yargı-Sen adıyla tüzüğümüzü hazırladık. Ankara Valiliğine başvuru yaptık. Vali yardımcısı almakta tereddüt etti ama verdik.

Çok kısa bir süre içerisinde Ankara Valiliği kapatma davası açtı, “Hâkim ve savcılar sendika kuramaz” dedi. “Büro iş kolunda örgütlenebilirsiniz” denildi. Genel Kurulu topladık, genel kurulda Hâkim ve Savcılar olarak örgütlenme, tüzük değişikliği yapmama kararı çıktı. Mahkeme de “ihtara uymadınız” diyerek sendikayı kapattı. Dosya Yargıtay'a gitti, Yargıtay’da iki muhalefet oyu vardı, birisi hiç kuramazsınız dedi, birisi de kurulabilir ama dedikten sonra bir takım eksikliklerden bahsederek kapatma kararını onayladı.

Sonra biz ILO'ya şikâyet ettik, arkasından AİHM’sine götürdük. Orada dava devam ediyor.

Bir taraftan da ilk mahkemenin kararı ile kapatmaya gerekçe gösterdiği hususları tüzüğe işleyerek 2012 yılında Yargıçlar Sendikası’nı kurduk. İkinci sendikamızla ilgili olarak da kapatma davası açtılar ama mahkeme bu sefer reddetti, Yargıtay da onayladı.

Dört yıldır sendikamız var. Ama YARSAV’ı kuranlar ve YARSAV darmadağın edildiği için meslektaşlar cesaret gösterip de üye olamıyor. Önemli değil diyoruz biz varız ve üye sayımız, örgütlenmemiz mutlaka artarak devam edecek. Bu işkolundaki sendikaların uluslararası örgütü olan MEDEL’e müracaat ettik izleyici olarak, Nisan'daki toplantıda girmemizi tartışacaklar. Pek çok ülkede örgütlenmiş yargıçlar, hem sendikaları, hem dernekleri hem de uluslararası çatı örgütü var.

Sendikal örgütlülük, ücret ve sosyal hak taleplerini içerir, onları müzakere eder işverenle, siz kurulurken neyi düşünerek, neyi amaçlayarak kuruldunuz?

Çıkartılan yasa ve yönetmeliklerin hepimizin günlük hayatını nasıl etkilediğini görüyoruz, gözlemliyoruz. Bunlarla ilgili en azından siyasi partileri besleyen, onlara görüş bildiririz, bu konularda bir tutumumuz olur dedik. Onun dışında da elbette üyelerimizin özlük hakları, çalışma koşulları, mesleki gelişimleriyle ilgili çalışmalar yaparız diyorduk.

Maaş artışlarıyla ilgi olarak daha önce kapatılan Yargı-Sen bir çalışma yapmış, dilekçe örneği hazırlamıştı. Sendika adına dava açtık, Danıştay bir kısım kararlarda sendika temsil edemez husumet düşmez diyerek reddetti.

ÇALIŞMA KOŞULLARIMIZA İLİŞKİN ANKET YAPTIK

YARSAV'ın yapmış olduğu çalışma koşullarına dair bir anket vardı, “Bir hâkim kaç tane dosyaya bakmalı” diye. Çok güzel bir anketti. Tabip Odası’yla birlikte yaptık. Dosyalardaki o sarı kâğıtlar toz, mikrop üretiyor. Bizlerin de meslek hastalıkları var mesela, boyun düzleşmesi, oturuş bozukluğu, bel fıtığı, taşikardi, göz, cilt rahatsızlıkları gibi. 

Ama siyasi irade bizi sürekli bir siyasi kalıba sokmaya çalıştığı için bu yaptığımız çalışmalar hep ikinci planda gösterildi, kimse duymadı bile.

Ama asıl mesele tabii ki hukuk, sendikamızın kuruluş amacı hukukumuza sahip çıkmak. Günlük yaşantımızı etkileyen her konuda bir görüş bildirmek aslında siyasi iradenin önünü de açar. Bir yasa çalışması olduğu zaman dosya hazırlıyorduk ve siyasi partilere gönderiyorduk. Ama hepsi sahip çıkmıyordu, CHP sahip çıkıyordu, o zaman da CHP'nin arka bahçesi denildi bize. Ömer Bey en son yasa çalışmasında meclis görüşmelerine katılmak istemişti, MHP'li bir vekilin tekmesine maruz kalmıştı. Dinlemeye bile tahammül etmeyip, sonra seni bir başka siyasi parti ile ilişkilendirmeye çalışıyorlar.

Bir çalışmamız daha oldu. Yargıtay'ın kararları UYAP'ta yayınlanmıyordu çünkü Yargıtay üyeleri o kararlarla kitap yazıp para kazanıyorlardı. Dedik ki Yargıtay kararları UYAP'ta açılsın. Çünkü bir hâkimin, ilgilendiği bir konu ile ilgili üst mahkeme ne yapmış, nelere önem vermiş, neyi bozmuş neyi onaylamış bunları görmek en doğal hakkı. Davayı açtık, Yargıtay savunma verdi ya da vermedi tam hatırlamıyorum, sonra baktılar dava kazanılacak kendiliğinden açtılar UYAP’a.  YARSAV'a karşı dava kaybetmemek için açtılar.

Son Düzenlenme Tarihi: 20 Şubat 2017 07:49