DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI
Kadına yönelen şiddet ve ayrımcılık sadece Türkiye'nin sorunu değil, ataerkil düşünce biçiminin egemen olduğu bütün coğrafyanın ve toplumun yaşadığı bir meseledir.
İstanbul Sözleşmesiyle Türkiye kadına yönelik şiddetin temelinde yer alan özel dinamikleri saptayıp ortadan kaldırmayı, kadınların aşağı bir cins olduğuna ve kadınlarla erkekler için alışılagelmiş rollerin bulunduğu düşüncesine dayanan önyargı kaldırmak için gerekli önlemleri almayı, özellikle de kültür, örf ve adet, gelenek, din veya sözde “namus” gibi kavramların, şiddet uygulamak için bir mazeret olarak kullanılmasını engellemeyi, bu konuları eğitim müfredatına almayı yüklenmiştir.
Anayasanın 41/2. maddesi "Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar." düzenlenmesini içermektedir. Oysa aile planlaması uzun zamandır uygulanan bir politika değildir. Siyasi iktidar temsilcileri kadınlara kimi zaman üç kimi zaman beş çocuk doğurmayı önermektedir. "Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür" hükmünü taşıyan düzenleme ise fırsat eşitliğinden bağımsız olarak sadece Anayasada yer alan bir kural olarak kalmıştır. Anayasanın 50. maddesinde ise merdiven altı ötölyelerde, en olumsuz koşullarda en az ücretle, sosyal güvenceden yoksun olarak çalışmaya terkedilen kadınlar "küçükler ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar" ile aynı kategoride koruma altına alınmış, bunun adına da pozitif ayrımcılık denilerek zevahir kurtarılmıştır.
Türkiye eğitim ve öğretim müfredatına koymayı yüklendiği kadına yönelen şiddet ve ayrımcılığın önlenmesi konusunu önceden mevcut olduğu müfredattan çıkarmıştır. Hala bu konu tıpkı örgütlenme, dilekçe hakkı gibi konular ile birlikte müfredata girebilmiş değildir.
Toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin yükümlülükler konusunda politikalar üretme meselesine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı noktayı koymuştur. "Börek yapmasını bilmeyen kadının evliliği yürümez" Tüm zamanların siyasi iktidar sahibi de kadının üç çocuk yapması gerektiği konusunda fetvasını vermiş, şimdiye dek bu görüşten döndüğünü söylememiştir. "Yuvayı dişi kuş yapar" düsturu ise halen geçerliliğini korumaktadır.
Şiddete uğrayan kadınların rehabilitasyonu, şiddet uygulayanların tedavisi, ağır şiddet tehdidi altında olanların işyerlerinin değişimi gibi konularda ise bir arpa boyu yol gidilememiştir. Çözüm olarak polisiye tedbirler ile yetinilmiş, her geçen yıl istatistiki bilgiler ile süslenerek pazarlanmıştır. Gerçek anlamda bir çözümün aranmasından vazgeçilmiş, bu konuların tartışılması ellerinde yeteri kadar güç ve olanağı bulunmayan sivil toplum örgütlerine bırakılmıştır.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının kadın sorununa ilişkin bir çalışmasına son dönemlerde rastanılmış değildir. Bunun aksine artık bir çok yatırımcı bakanlıktan daha fazla bütçeye sahip bu bakanlık kadın ve çocuk üstünden toplumu dönüştürme, kadını ikincilleştirerek evine bağlama noktasında ciddi çalışmalar yapmaktadır. Kadın evinde oturacak, eşine yemek, börek yapacak, çocuğunu büyütecek, kalıpları belli inancına göre yaşayacaktır.
Türkiye'de kadına yönelen şiddet ve ayrımcılık yasağı "insan hakları" bağlamında değil, ailenin ama, egemenin arzuladığı ailenin korunması olarak algılanıp buna göre politika üretilmektedir.
Devletin şiddet ve ayrımcılığın önlenmesi sorununun çözümü için benimsediği dil erildir ve çözüme katkı sağlamaktan uzaktır, samimiyetsizdir.
Bu koşullarda Dünya Emekçi Kadınlar Günü yeniden kutlu olsun.
YARGIÇLAR SENDİKASI