Adliyelerde Hakim Savcı ve Avukatların Aranması Hakkında Açıklama
Meslektaşımız Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz'ın şehit edilmesi müessif olayının devamında yaşanan gelişmelerin garip bir şekilde, yargıç ve savcıların güvenliğinin sağlanması için, yine yargıç ve savcıların aranmasının bir çözüm olarak sunulması öngörüsüzlüğüne evrilmekte olduğunu kaygı ve şaşkınlıkla izliyoruz.
Yargıç ve savcıların güvenliğini sağlamak zorunda olan ve bu sorumluğunu yargıç ve savcılara silah dağıtarak yerine getirdiğini sanan iktidar, şimdi de yargıç ve savcıların güvenliği için, yargıç ve savcıları arama paradoksu ile karşı karşıya kalmıştır.
Yakın tarihimizin komplolar, provokasyonlar, faili (malum) meçhuller, kanlı toplum mühendisliği örnekleri ile dolu oluşu, savcımızın katledilişini bir terör örgütü ve iki katile bağlama saflığından, kurtuluş çaresi olarak sunulan avukat, yargıç ve savcıların aranması düşüncesinin aslında bir acziyet ilanı olduğunu görmezden gelme kolaycılığından bizleri alıkoymaktadır. Komploların, provokasyonların baş göstereceği çatışma atmosferinin yaratıcıları hiçbir dönem yarattıkları atmosfer içinde kayıp giden hayatları önemsememişlerdir.
İktidar, savcımızın şehit edildiği süreci, öncesi ve sonrası ile tüm çıplaklığı ile ortaya koyup, olayı aydınlatıp, arkasındaki destekçilerini bulacağı yerde katillerin kolundaki avukat cübbesinden yola çıkarak tüm savunma kurumunu potansiyel suçlu göstererek, kendisine bir günah keçisi bulmanın çabası içerisindedir. Olayın istihbaratının alınamaması, adliyeye giriş, rehin alma ve sonrasındaki operasyon sürecinde şüphe uyandıran büyük hatalar, duvar ve kapı patlatılarak ve 100-150 kurşun sıkılarak gerçekleştirildiği iddia edilen kurtar(ma)ma operasyonundaki kuşku uyandıran zaafiyet ve acziyet, otopsi raporunun bile tartışmalı olduğu bir araştırmanın dayattığı doğru sorular sorulup cevaplar aranması gerekirken, cambaza bak taktiği ile olayların üstü avukat cübbesi ile örtülmeye çalışılmaktadır.
Adliyelerin güvenliğinin sağlanmasının avukatların aranmasına indirgenmesi, bu nedenle ortaya çıkan tepkinin yargıç ve savcıların da aranması yoluyla hafifletilmeye çalışılması, en hafif tabiri ile basiretsizlik, beceriksizlik, çözüm üretme makamında olanların liyakatsizliğidir. Bu durum adliyelerin yönetiminin ciddi bir şekilde ele alınması zorunluluğunu göstermektedir.
Olayların gelişim süreci; iktidar sahiplerinin olayın ardındaki karanlık hesapları ortaya koyma niyet ve kabiliyetinden yoksun olduğu ve her krizi fırsata çevirme stratejisinin bir yansıması olarak olayın savunma makamı ve barolarla hesaplaşmak, aynı zamanda yargıç ve savcıların hizaya getirilmesi amacıyla kullanılmaya çalışıldığı intibaını vermektedir.
Olağanüstü dönemlerde olayın sıcaklığı ile serinkanlılıktan uzak, infial içinde, refleksif olarak ve pragmatik bir yaklaşımla sorunların ele alınması, sağlıklı çözümlerin ortaya çıkmasına en büyük engeldir. Unutulmamalıdır ki; rasyonel siyaset, konjonktürün hararetinde sağlıklı norm üretemez.
Yargının kendisine yönelmiş silahın arkasındaki elleri bile araştıramayacak yetersizlik halinden kurtarılarak, hukuk devletine hak ettiği değerin verilmesi ve işler hale getirilmesi için, ortadan kaldırılması gereken eksikliklerin sorumluluk ve içtenlikle tartışılması gerekirken "herkes aransın olay kapansın" mantığının kabulü mümkün değildir.
Yargıç ve Cumhuriyet savcılarının kendilerine sağlanan güvenceler çerçevesinde bağımsız ve tarafsız bir konumda adil bir yargılama yapabilmeleri her şeyden önce kendilerini fiziki anlamda güvende hissetmeleri ile mümkün olabilecek bir husustur. Burada dikkat edilmesi gereken konu, güvenliğin yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesini sağlamaya yönelik bir araç olduğudur. Nitekim; 1985 tarihli Birleşmiş Milletler Yargı Bağımsızlığı Hakkında Temel İlkeler’in 11. maddesinde; “Yargıçların görev süresi, bağımsızlığı, alacakları yeterli ücret, hizmet şartları, emekli aylıkları ve emeklilik yaşı ile güvenliğinin de yasa ile yeterli biçimde güvence altına alınacağı” ifade edilmekte, 1994 tarihli Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Hâkimlerin Bağımsızlığı, Etkinliği Ve Rolü Hakkında Üye Devletlere Yönelik R (94) 12 Sayılı Tavsiye Kararı’nda da; “Mahkeme binalarının koruma görevlileriyle donatımı veya ağır tehditlere maruz kalma ihtimali olan veya maruz kalan hâkimlere polis koruması sağlanması gibi tedbirleri içerecek şekilde hâkimlerin güvenliğini sağlayıcı bütün gerekli tedbirler alınmalıdır.” denilmektedir. Görüleceği üzere güvenlik, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesini sağlamaya yönelik bir araçtır. Dolayısıyla güvenliği sağlama adına, yargı bağımsızlığına, yargıç güvencesine, saygınlığına gölge düşürecek uygulamalar kabul edilemez.
Ayrıca, bir meslek örgütü olan İstanbul Barosu'nun ya da Türkiye Barolar Birliği’nin, kendi meslek mensuplarının yasal hak ve özgürlüklerini koşulsuz savunmak yerine, yargıç ve savcılarla sefalette eşitlik üzerinden savunuyor olmasının, varlık nedenlerini sorgulatacak biçimde, popülist bir tutum ve yaklaşım olduğunu da not ediyoruz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
YARSAV & YARGIÇLAR SENDİKASI