
Karanlık Zamanlarda Yargı
Karanlık Zamanlarda Yargı
Ortak dünyaya, topluma, hukuka karşı sorumluluğunu taşıyan, hukukun gerçekleştirme kapasitesinden güç alarak hiçbir otoritenin aracına dönüşmeden eyleyen bir yargı, karanlığın da ilacı olabilir.
Hannah Arendt’in Karanlık Zamanlarda İnsanlar isimli kitabına yazdığı önsözde, Nilgün Toker, ”Arendt’e göre ortak dünya, kendimizi diğerleri ile ilişkiye sokmamız aracılığıyla, deneyim içinde kurulur; hazır bir çerçeve değil, sürekli yeniden kurulması gereken dinamik ama bu nedenle de kırılgan, dolayısıyla var oluşu için sorumluluk taşınması gereken bir dünyadır. Ne yapacağımızı bildiren, -dikte eden- bir çerçeve içinde eylemek, kendi sorumluluk taşıma kapasitemizin ödevle yer değiştirmesidir. Oysa özgür eylem, kendi yargı yetimizle aldığımız kararı hayata geçirme, açığa vurma ve bunu diğerleriyle birlikte yapma etkinliğinin kendisidir… Arendt, olanı biteni görmek ve konuşmanın bizi diğerlerine bağladığı ve dünyaya ait olmaklığımızı açığa vurduğunu, bunun da politik eylemin kendisi olduğunu, dünyaya karşı sorumluluğumuzun dünyayı görme kapasitemizde yattığını göstermektedir.” der. Gerçekten de Arendt, kitapta karanlık zamanlarda, bir genel ilkenin buyruğunu yerine getirenler olarak değil, kendi özgürlüğünü açığa vuran, dünyaya katılma tarzlarını bu şekilde belirlemiş figürleri ele almaktadır.
İçinde bulunduğumuz modern çağda, Arendt’in perspektifiyle var oluşu için sorumluluk taşınması gerekli bir ortak dünyanın yitirildiğini söylemek hatalı olmaz. Çağı biçimlendiren ekonomik politikaların, yeni toplumlar ve bireyler ürettiği ortadadır. Genel biçimiyle, diğerleriyle girilen ilişki, deneyim ve sorumluluk üzerinden değil, her türlü eylem ve sözü önceden biçimlendirecek bir sistem üzerinden ortaklık yaratılmaya çalışıldığı görülmektedir. Böylelikle aynı ekonomik politikaların ürettiği otoriter popülist yönetimlerin yeni bir karanlık zamanı var kıldığını söylemek mümkündür. Bu karanlık zaman ise insansal çoğunluğun yarattıklarını dışlayan, işlevsizleştiren, değersizleştiren ve birey ve toplumlara, kendilerinin aleyhine, dar bir azınlığın yararına hizmet eden çerçeveler dayatan bir zamandır. Böyle zamanlarda ise örneğini 20. yüzyıl ortalarında Avrupa’da, spesifik olarak Almanya’da gördüğümüz “iç göç”, bireylerin kurtuluş umudu olarak sahnede yer alır. Bir yönüyle dünyadan gizlenmeyi, kamusal hayattan isimsizliğe kaçışı ifade eden bu kavram, Arendt’in anlatımıyla, bir yandan Almanya’nın içinde artık ülkeye ait değilmiş gibi davranan, kendini göçmen gibi hisseden kişilerin olduğunu ima ediyor; öte yandan ise aslında göç etmediklerine, bir iç aleme, düşünce ve duygunun görünmezliğine çekildiklerine işaret ediyordu.
İnsan varoluşu ile hiç de uyumlu olmayan böylesi bir göç hali, insanın eylem iradesi taşıyan bir varlık olduğu gerçeğini inkar ettiği gibi derin bir suskunluğun da yaratıcısı olur. Tıpkı bugün yaşanan adaletsizlikler karşısında tanık olduğumuz derin sessizlik ve tepki gösterenlere yapılan insafsızlık gibi.
Oysa insan dünyaya karşı sorumludur. Yarattıkları, var kıldıkları hatta kurguladıklarına sahip çıkmak yoluyla da sorumludur. İnsanlık, var oluşa uygun, hak ve özgürlükleri önceleyen bir düzen içerisinde onurlu ve birlikte yaşamayı anlamlı kılan bir düzenek olarak hukuku kurgulamıştır. Yargı ise hukukun adil sonuçlar üretmesine hizmet eder ve hukukun arzuladığı bu yaşama biçiminin tesisinde etkin görev alır. Yargının görevini yerine getirebilmesi rejimin olanakları ile doğrudan bağlantılı olsa da bu anlamda hukukun tarihsel varlığı ve durduğu yere ilişkin en geniş bilgi, hiçbir karanlığın gizleyemeyeceği biçimde yargının genetik kodlarında yer alır. Bu bilgi, hukukun işlevsizleştirilmesini, değersizleştirilmesini engelleyecek, duygu ve düşüncenin görünmezliğine hapsolmasına izin vermeyecek kadar açık, elle tutulur ve görünür bir bilgidir. Karanlık zamanın yarattığı korku ikliminde, ilk ve son mevsimin yaşanmadığı ortadadır. Tarih benzer örnekleri defalarca sergilemiş, insanlık yaşananlardan aldığı ders ile hukukun varlığı ve zorunluluğuna dair düşünceyi birden çok kez üretmiştir. Bu donanım ile yargı, tarihsel sorumluluğuna aykırı biçimde duygu ve düşüncenin görünmezliğine göç edip dünyadan gizlenemeyeceği gibi hukukun, çağın ürettiği otoriter popülist yönetim biçimlerinin nesnesine dönüşmesine de hizmet edemez. Bugün kendi kendisini araçsallaştıran yargı, kodlarındaki bilgiye aykırı biçimde eylediğini bilmektedir. Daha kötüsü bunun hukuk nezdinde bir sorumluluğunun bulunduğunu da bilmektedir. Hukukun varlığının inkarı haline gelen hukuksuzlukta, yargının yaşadığı derin “iç göç” ün de önemli bir payı bulunmaktadır.
Ancak unutmayalım ki, dünyaya, topluma, hukuka karşı bir sorumluluğumuz var; bir yargıç olarak; iletişim fakültesi mezunu gazeteci oğlumuzun evinin kapısı bir gün güneş henüz parlamamışken çalınabilir, tatile giden kızımızın kaldığı otel bir felakette yok olabilir, yazılı yarışma sınavını geçen oğlumuz, mülakatta elendiği için kendisine zarar verebilir, toplumda erkeklere oranla dezavantajlı kızımız, bir vahşetle karşı karşıya kalabilir, kızımızın dünyaya getirdiği bebek, yenidoğan ünitesinde zarar görebilir…
Doç. Dr. Eylem Ümit Atılgan, kısa bir süre önce sunumunu şu sözlerle tamamladı; ”İnsanın neliği sorusuna insan felsefesi yanıt verdiğinde hukukun uzağına düşemiyoruz. İnsanın neliğine ilişkin tanım şunu söylüyor; insan bir potansiyeldir ve bu potansiyeli gerçekleştirmek için koşullar vardır. Maddi koşullar insanı dönüştürür, etkiler. Ve insan eylem iradesi taşıyan varlıktır. Antropolojik olarak tinsellik, insanın aşkı, sanatı, hukuku yaratan canlılar olduğunu göstermektedir. Yanlış yaptığında insanı uyaran bir iç sesin varlığı, bize insan var oluşunun normatifliğini, tinselliğini göstermektedir. Hukukun, insanın, oluş, yöneliş gerçekliği ve gerçekleştirme kapasitesinin bir desteği olarak değerlendirildiğinde anlamlı olduğunu düşünüyorum.”
Karanlık zamanlarda gelen aydınlık seslere kulak vermek zorundayız. Ortak dünyaya, topluma, hukuka karşı sorumluluğunu taşıyan, dünyadan gizlenmeyen, hukukun gerçekleştirme kapasitesinden güç alarak hiçbir otoritenin aracına dönüşmeden eyleyen bir yargı, karanlığın da ilacı olabilir.
Yargıçlar Sendikası Başkanı
Beyhan Güler
https://www.gazeteduvar.com.tr/karanlik-zamanlarda-yargi-haber-1757583