YENİ BİR ADLİ YILA  BAŞLARKEN  DEĞERLENDİRME VE ÖNERİLERİMİZ

YENİ BİR ADLİ YILA  BAŞLARKEN  DEĞERLENDİRME VE ÖNERİLERİMİZ

YENİ BİR ADLİ YILA  BAŞLARKEN  DEĞERLENDİRME VE ÖNERİLERİMİZ

 

           -Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması ağır hasara neden oldu

2017 yılı Anayasa değişiklikleri ile birlikte kurulan “cumhurbaşkanlığı hükümet“ sistemi; yasama, yürütme ve yargı organları arasında güçler ayrılığı ilkesinin gerektirdiği fren-denge sisteminin kuralları ve kurumlarını oluşturamadı. Yürütme, siyasal parti grupları aracılığıyla yasamanın yerindelik denetiminden; yargının hukuka uygunluk denetiminden ve özgür medya ile sivil toplum aracılığıyla kamuoyu denetiminden; siyasal iktidarın “çoğunlukçu” anlayışı, mal, hizmet ve kaynak dağıtımındaki “kayırmacı” yaklaşımı ve anayasal düzeyde “orantısız yetkileri” nedeniyle neredeyse tamamen bağışıklandı

 Cumhuriyetimiz; zaman içinde ihtiyaç duyduğu çoğulcu ve katılımcı bir demokrasiyi kurma ve onu güçlü bir hukuk devleti ile kalıcı kılma hedefinden uzaklaşmaktadır

. Bugün; ülkemiz uygarlığın kabul ettiği anayasalcılık anlayışının aksine; güçler ayrılığı bakımından derin bir dengesizlik yaşamaktadır. Seçilmiş, partili Cumhurbaşkanı; Siyasal Partiler Kanunu ile Seçim Yasalarının verdiği olanaklarla bir yandan yasama organının oluşumunu ve işleyişini; anayasal yetkileri ile yargı örgütünün yönetimini ve oluşumunu tek başına belirlemektedir.

. Bu durum yargıyı, tarafsızlık anlayışı ile asla bağdaşmayan siyasal iktidara bağlılık ve itaat kültürüne teslim olmuş kişilerle mahkemelerin doldurulması yoluyla kullanışlı bir siyasal aygıt durumuna getirilmiş olduğu görüntüsü ile karşı karşıya bırakmaktadır.

Nitekim 2023 yılında gerçekleştirilen milletvekili seçimi sonucu yurttaşların oyuyla  seçilen, seçimlere katılma koşul ve yeterliliğine sahip olan bir milletvekili  yargı eliyle görevinden men edildi. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru üzerine yerel mahkemelerce verilen kararları hak ihlali niteliğinde değerlendirdi. Ancak yerel mahkemeler -ve bir yüksek mahkeme olan Yargıtay, yetki ve görev alanında bulunmamasına karşılık yok hükmünde karar tesisi suretiyle-  Anayasanın 153. Maddesini hiçe sayarak  Anayasa Mahkemesinin kararını uygulamayı reddettiler. 

Oysa anılan yargısal süreçte, hukuksal olarak kesin, bağlayıcı ve geçerli kararın şüphesiz Anayasa Mahkemesi kararı olduğu açıktır. Yürütme organının görüş ve yön beyan ettiği bir alanda konunun iki yüksek mahkeme arasında görüş ayrılığı olarak nitelendirilmesine ise Anayasanın emredici hükmü izin vermemektedir.  Yaşanan ve çözüme kavuşturulmayan bu kriz, yargı bağımsızlığına yönelik ciddi şüphe ve tartışmalara neden olmaktadır.

Yanı sıra, Anayasa Mahkemesi kararının uygulanmaması ile oluşan kriz, Anayasanın temel ilkesi olan hukuk devleti ilkesini derinden sarstığı gibi krize neden olanların hukuk ve tarih önünde sorumluluklarının bulunduğu da unutulmamalıdır. 

  Bu nedenle; başta yürütme organını, yasamayı, yüksek mahkemeleri,  bizzat yargıçları, kamuoyu yapıcısı özellikleri gözetilerek medya organlarını ve yargı yönetimine ilişkin işlevi nedeniyle özel olarak Hakimler ve Savcılar Kurulunu sağduyulu olmaya ve sorumlu davranmaya çağırıyoruz.

-Gerilim politik davalara hukuksuzluk olarak sindi 

Krizin kendisi kadar yargı üzerinde yarattığı yatay sorunların da giderek derinleştiğini belirtmek gereklidir. Hukuk dışı  farklı etki ve saiklerin bu denli belirleyici olması, yargı için, kamuoyu tarafından takip edilen, politik uzantılarının bulunduğu davalar bakımından ayrı bir stres kaynağına dönüştü. Anayasa ve AİHM kararlarının görmezden gelindiği, toplumun adalet beklentisi yerine yürütmenin politik kaygılarını gidermeye yönelen kararlara kadar yargının ağır bir hukuksuzluk krizi yaşadığını ifade etmek gerekir. Bu nedenle kamuoyunun yakından takip ettiği çoğu dava ve süreç,  etkili bir soruşturma ve adil bir yargılamanın yürütülmediği yönünde eleştirilere maruz kalmıştır.  

-İfade özgürlüğü, tutuklama tehdidi altında kaldı

Bunların yanı sıra yürütmenin yargı üzerindeki müdahale veya etkilerinin  sıkça görüldüğü, temel hak ve özgürlüklerin kullanımından ibaret söz ve eylemlerin cezalandırılmasına ilişkin uygulamaların da sürdüğü bilinmektedir. Yürütme organını temsil eden kişi ve/veya politikalara yönelen eleştirilerin hakaret olarak değerlendirilmesi, anayasa ve ceza yasalarının sıkı kurallara bağladığı istisnai güvenlik tedbirlerine başvurulması, anılan müdahalenin açık göstergesidir. İfade özgürlüğü ve toplumun haber alma hakkı kapsamında yapılan haber ve açıklamalar nedeniyle basın mensupları ile sosyal medya kullanıcısı yurttaşın maruz kaldığı uygulama ve tedbirlerin ceza hukuku ilkeleri ile örtüşmediği ortadadır. Peynir fiyatlarını eleştiren veya sosyal medya yasağına karşı gelen yurttaşın söz ve tavrının hakaret olarak değerlendirilmesi hukuki değildir. 

Haksız tutuklamalar, kamuoyu vicdanında karşılık bulmayan hürriyeti bağlayıcı cezalar, ifade özgürlüğüne ve haber alma hakkına yönelik sımırlayıcı yasal düzenlemeler, özellikle siyasal eleştiri sınırlarının daraltılması sonucunu doğuran soruşturma ve kovuşturmaların, bu beklentilerin aksine toplumsal bir algıya neden olduğu da açıktır. Yurttaşlarımızın inanç özgürlüğünün en temel güvencesi ve  farklı inançlara sahip bireylerin  bir toplum oluşturabilmesinin en güçlü birleştiricisi  olan laiklik ilkesi her geçen gün zayıflatılarak, toplumsal yaşamın dinsel kurallara göre örgütlenmesi eğilimleri artarken; özgür bir birey olmanın hukuksal güvenceleri yerine, siyasal iktidara bağlılık ve itaat kültürü yaşama tutunmanın temel dayanakları durumuna getirilmiştir.

-Yasa çalışmaları adalet istencini boşa çıkardı

Belirtilen yargısal pratiklerin yanı sıra yasa yapma çalışmaları ve üretilen yasalar yoluyla hukukun örselendiği, adalet istenç ve beklentisinin boşa çıkarıldığı bir dönemi geride bıraktık. Hazırlıklar bakımından yürütme, kanunlaştırma bakımından yasama, daha önce olduğu gibi gerçek ihtiyaçlara yanıt vermeyen “paket” olarak tanımladığı metinler ile hukuk gündeminde oldular. Kısmen Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararlarının gereğini yerine getirmekten ibaret paketler, çoğu kez toplumun karşı karşıya kaldığı derin yoksulluk, gelir adaletsizliği, eğitim, sağlık hizmetlerinden eşit yararlanabilme, medeni yaşamını doğrudan etkileyen davalardan hızlı sonuç alabilme gibi nitelikli sorunlara çare üretmemiştir. 

-Hayvanları Koruma Kanunu yaşam hakkını hedef aldı

Yanı sıra 02.08.2024 tarihinde yürürlüğe giren 7527 sayılı yasa ile 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanununda yapılan değişikliklerin de kamu vicdanında benimsendiği söylenemez Bu Yasa değişikliği, teknik olarak sokak hayvanlarının yeterli alana, donanıma, personele sahip barınaklara alınıp sağlıklı şekilde beslenmelerini, barınmalarını, kısırlaştırılmalarını, tedavi edilmelerini öngörmektedir.

Buna göre sokak hayvanlarının barınaklara alınmalarının ön koşulu, yeterlilliğe sahip barınakların inşaa edilmiş olmasıdır. Ne var ki yasal koşulları taşımayan  yetersiz barinaklarda hapse mahkum edilen canların,  eziyet görüp ölmelerine yol açılması görev suistimalidir. Yaşam hakkını göz ardı eden, hayvanların ölüm ve hapsine onay veren, yürürlüğünün ardından istisnalarının, kural olarak tatbik edildiği bir yasal düzenlemenin hukuk ile bağdaşmadığı açıktır. Anılan kanunun, uygulanabilir, bilimsel, etik, vicdani ve çözüm odaklı olmadığı da bilinmelidir.  

-Şiddet sarmalı toplumu kuşatmaya devam etti

Oysa toplum yıllardır, çocuk istismarları, kadın cinayetleri ve giderek artan şiddet sorununa bir çare beklediği halde çözümü hedefleyen bir irade ve bu yönde alınması gereken tedbirlere dair somut bir çalışmanın bulunmaması hukukun toplum nezdindeki saygınlık ve güvenilirliğini örselemektedir.  

Toplum kesimlerinin maruz kaldığı şiddet sarmalından yargının da etkilendiği, kendisinden kaynaklanmayan nedenlerle de yargının ve hukukun saygınlığı ile örtüşmeyecek bir konumda bırakıldığı görülmektedir. Çağlayan Adliyesine yönelik saldırı, anayasa ve yasalarla tevdi edilmiş seçimlerin yürütülmesi görevini yerine getiren yargıçlara yönelik Gaziosmanpaşa ve Kayseri/Pınarbaşı adliyelerinde gerçekleşen uygunsuz müdahaleler gelinen noktayı göstermektedir.

-Cefakar yargı mensupları adlileşme hızıyla yarıştı  

Her şeye rağmen toplumun adalet gereksinimini karşılamada hukukun üstünlüğüne inanarak, tam bir tarafsızlık içinde ve her tür baskıya direnerek büyük bir özveriyle mesleğinin toplumdaki saygınlığı ile yetinerek, mesleki özgüven ve toplumsal sorumluluk anlayışı içinde yargısal görevini yerine getiren meslektaşlarımız çoğunluktadır. Binlerce yargıç ve cumhuriyet savcısı, farklı ekonomik ve politik nedenlerle giderek hızlanan adlileşme sürecine karşılık, yurttaşların medeni yaşamlarını doğrudan doğruya etkileyen hukuki sorunlara çözüm üretme gayret ve çabası içindedir.  

Alt yapı sorunları, yargıç sayı ve niteliği, deneyim ve eğitime ilişkin eksiklikler bir yana sosyo-ekonomik nedenlere bağlı olarak uyuşmazlık sayısındaki artış, yargıda aksamalara, toplum nezdindeki saygınlığın aşınmasına yol açmaktadır. Gerek ilk derece, gerekse istinaf mahkemeleri bakımından aile hukukundan kaynaklı davalar, işçi alacaklarına yönelik davalar, çeşitli nedencelere dayalı tazminat davaları, alacak davaları, kira sözleşmelerinden kaynaklı davalar gibi yurttaşın doğrudan doğruya şahsi hakları ile mal varlığına yönelik sorunlar makul sürede çözülememektedir. Arabuluculuk gibi alternatif çözüm yollarının da giderek artan adlileşme hızını azaltamadığı ortadadır. Mevcut ekonomik koşullar, yasal borcunu ödemekle ödevli taraf için avantaja dönüşmüş, yargı, yurttaşın en doğal hakları açısından da bu şekilde  araçsallaştırılmıştır. 

-Yargı mensuplarının acil destek ihtiyacı sürdü

Sorunların kaynağına yönelik tedbir ve çözüm yolları üretmek politik alanda kalsa da yargının, mevcut ağır koşullar altında, toplumun hukuka olan güvenini örselemeden adalet gereksinimini karşılaması zorunludur. Yargıç ve C.Savcılarının seçiminden başlamak üzere liyakatin ciddi bir sorun olduğu bilinmekle birlikte, genç ve deneyim eksikliği bulunan yargıçların büyük şehirlerde görev yaptıkları gözetilerek, mesleki ve teknik bilgi gibi eksikliklerinin giderilmesi için gerekli tedbirlerin alınması zorunludur.

Meslek içi eğitimin, teknik donanımla birlikte yargının varlık sebebine, etik ilkelere, değerler bilgisine de yönelmesi zorunludur. Hukukun, adalete evrilmek üzere insanlığın yarattığı en ideal düzenek olduğu, yargının adalet dışında bir hedef ve amacının olamayacağı, yargıç kimliğinin buradan yaratılacağı bilgisi temel alınmalıdır. Buradan beslenmeden gelişen yargıç kimliğinin, yürütme eksenli ve yürütmenin politik beklentilerini karşılama hedefine yöneleceği açıktır. Bugün yaşanan yargısal sorunların en temel sebeplerinden biri burada yatmaktadır. 

-Hukukun üstünlüğünün tesisi için işbirliği çağrısı yapıyoruz 

2017 yılı Anayasa değişikliği, sıkça belirttiğimiz üzere yargı bağımsızlığı ilkesini, yurttaşın da bağımsız yargı hakkını ağır hasara uğratmıştır. Bugün yargı, hiçbir üyesi yargıç ve savcılar tarafından belirlenmeyen bir Hakimler ve  Savcılar kuruluna sahiptir. Yargıç ve savcı adaylarının yazılı yarışmadan sonra alındıkları sözlü sınav, Adalet Bakanlığı bürokratlarının çoğunlukta olduğu bir kurul tarafından gerçekleştirilmektedir. Yargıç ve c.savcıları yürüttükleri görevin gereği olan güvencelerden son derece uzaktır. Atamaların gizli disiplin yaptırımı olarak uygulandığı, disiplin soruşturmalarının diğer yargıçların hukuka uygun karar verme motivasyonunu etkilemeye yönelik olarak kullanıldığı iklimde yargının, toplumun adalet gereksinimini karşılayabildiğini söylemek mümkün değildir. Anılan tüm bu sorunlar, yeni bir reform ya da “paket” ihtiyacına değil, büyük oranda ulus üstü mevzuata uygun olan Anayasa ve yasa hükümlerini erdemli bir biçimde uygulama yönünde sağlam bir irade ihtiyacına işaret etmektedir. Bu irade, yargı gibi aralarındaki medeni iş bölümü gereği yasama ve yürütme organı tarafından da benimsenmelidir. Yargı, yasama ve yürütmenin kendi görevlerini hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olarak yerine getirebilmesinin de güvencesidir. Siyasal sorumlulukları bulunan yürütme organına dahil kişi ve kurumların, yargılama süreçlerine müdahale olarak nitelendirilebilecek ve kararların nesnelliğine gölge düşürebilecek her tür söz ve eylemden uzak durmaları zorunludur.    

Tekrar vurgulamak gerekir ki,  Anayasamızın tarif ve ifadesi, hukuk devleti idealine dair olup, benimsenen ulus üstü metin ve kurallar da bu toplumun yargısının tarihte kötü örnekleri görülen totaliter yönetimlerin işbirlikçi yargısına dönüşmesine olanak tanımamaktadır. Yargı, tüm bu hukuki metinler ile geniş bir tarihsel art alana sahip hukuk ilkelerine yeniden var gücüyle bağlanmalıdır. Ancak bu yolla toplum; güçlerin dengelendiği, barışın tesis edildiği ve adaletin can bulduğu bir yaşam alanına kavuşabilir. 

Gelinen yol ayrımında daha fazla zarar görmeden, uçurumun ve yaratabileceği tehlikelerin farkında olarak derhal hukuk ve adalet hedefine yönelmiş, tarihin karanlık dehlizlerine terk edilmiş yürütme güdümlü yargı modellerinden uzaklaşmış, toplumun adalet gereksinimine yanıt verebilecek bir yargının tesisi için hep birlikte mücadele etmeliyiz.

Biliyoruz; yargıç ve savcıların tarafsızlık yükümlülüğü, yargı bağımsızlığına ve tarafsızlığımıza yönelik aykırı uygulamaların karşısında kişisel durum almasına kısıtlamalar getirmektedir. Yukarıda eleştiri konusu yapılan değerlendirmelere yönelik meslektaşlarımızın sessizliğinin olanı onaylanma anlamına gelmediğine, aksine tarafsızlık niteliğinin zarar görmemesi için mesleki bir özveri olduğuna inanıyoruz. Yargıç ve savcılarının büyük çoğunluğunun; mesleki saygınlıkları ve özgüvenleri ile ülkemizde adaletin kurulması için tüm ekonomik ve sosyal olumsuzluklara karşın, toplumsal ve tarihsel sorumluluklarının gerektirdiği gibi özveri ile görev yaptıklarını görüyoruz. 

Bu nedenle; yargıçların mesleki örgütlenme yoluyla yargı bağımsızlığı ve yargıç tarafsızlığının sağlanması, mesleki, ekonomik ve toplumsal sorunların kamuoyu oluşturarak çözümlenmesinde sendikal örgütlenmenin önemini görmelerini ve meslektaşlarımızın örgütlü mücadelemize katılarak savunduğumuz ilke ve değerlere güç katmalarını bekliyoruz.

Birlikte, daha mutlu, umutlu ve güçlüyüz…

 YARGIÇLAR  SENDİKASI