Yargıtay Seçimlerinden Politik Davalara Uzanan  Yargı Krizi

Yargıtay Seçimlerinden Politik Davalara Uzanan Yargı Krizi

    Anayasal bir organ olarak yargının, uzun zamandır çözüm bekleyen temel problemleri bulunmakla birlikte, son dönemde kronikleşen ve varlık nedeniyle örtüşmeyen uygulamalar ve diğer anayasal organların olumsuz müdahalelerine açık bir görünüm sergilemesi de giderek yargının toplumsal saygınlığını örselemektedir.

    Oysa yargı, hukukun üstünlüğünün sağlanması, toplumda hukukun amaçladığı adaletin kurulması, toplumsal ya da kişisel her türlü uyuşmazlık ya da çatışmada adaletin korunması ya da kurulup, korunması amacı dışında, hiçbir amaca hizmet etmemelidir.

    Yargı organı ve yargı organının kurumları olan mahkemeler ile yargılama faaliyetinin özneleri olan yargıçlar ve savcılar;  tarihsel, toplumsal ve anayasal konumları gereği “tarafsız”, tarafsızlıklarının bir öncülü olarak mutlaka “bağımsız” olmak zorundadır.

-Bağımsızlık kurumsal ve kişisel olarak “sorumsuzluk” anlamına gelmediği gibi, aksine anayasal yetki ve görevleri ile çok önemli toplumsal işlevlerinin bir sonucu olarak yargıç ve savcıların; hukukun üstünlüğünün sağlanması, hukukun vazgeçilmezi olarak toplumun “adalet” gereksiniminin “tatmini” bakımından, “yüksek bir vicdan” ve “hakkaniyet” ile “insani ve toplumsal sorumluluk” taşıması gerekmektedir.

    Bizim de içinde yer aldığımız çağdaşımız toplumların tarihsel ve toplumsal süreç içinde elde ettiği deneyimlerle oluşturduğu demokratik toplum gereklerine uygun olarak Anayasamızda demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olarak nitelenen Cumhuriyetimizin; yargı dışındaki organları olan yasama ve yürütme organları anayasal ve yasal yetki ve görevlerini, yargı organıyla aralarında “medeni iş bölümü” gereği, yargının anayasal ve toplumsal işlevine uygun olarak etkin, etkili, yetkin ve saygın konumunu koruyacak biçimde yerine getirmelidir. Yargı bağımsızlığının yasamanın anayasal yetki ve görevlerini, yürütmenin anayasal ve yasal yetki ve görevlerini hukukun üstünlüğü çerçevesinde yerine getirmesinin de güvencesi olduğunu bilerek, yargı organı ile ülkemize özgü olarak süregelen çatışma dili ve algısı yerine, iş bölümü içinde devletimizin anayasal niteliklerinin korunup geliştirilmesinde “ortak” olarak algılamalıdır.

    Siyasal sorumlulukları bulunan yürütme görevini üstlenmiş kişi ve kurumların; yargılama süreçlerine müdahale görüntüsü veren ve her durumda verilen kararların nesnel bir yargılama ile hukuksal gereklerle verildiği yolunda duraksamalara neden olacak açıklamalardan kaçınmalarını bekliyoruz. Tüm anayasal organların temsilcilerini; anayasal demokrasimizin temellendiği güçler ayrılığı ilkesinin gerektirdiği özene uygun davranmalarını ve yargı organı ile aralarındaki medeni işbölümünün gerektirdiği ülkemizde hukukun sınırlarının mahkemelerce belirleneceğine yönelik anayasal gerçeğin gerektirdiği hassasiyeti göstermeleri gereklidir.

    Ne yazık ki, Anayasa mahkemesi kararlarının uygulanmamasına ilişkin kurumsal açıklamalarda belirttiğimiz ilke ve uyarılara karşılık gelinen aşamada, Yargıtay başkanlık seçimlerinden, infaz hukukunun temel ilkelerine aykırı kararlara, kamuoyunun yakından takip ettiği davalarda, yürütme etkinliğini bertaraf edemeyen, toplumun adalet beklentisi yerine yürütmenin politik kaygılarını gidermeye yönelen kararlara kadar yargının ağır bir hukuksuzluk krizi yaşadığını ifade etmek gerekir. 

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılını yaşadığımız, laik hukuk devriminin yıl dönümüne karşılık gelen günlerde, yüksek mahkememiz Yargıtay’ın başkanlık seçimlerinde, yüksek yargının saygınlığı ile örtüşmeyecek biçimde tamamen kişilerin vicdan alanlarına terkedilmiş inanca dayalı bir argüman üzerinden değerlendirme yapılabilmesini olanaklı hale getiren söylemin, yargının toplumsal güvenilirliğini  zedelediğini ifade etmek gereklidir. Yine ifade etmek gerekir ki, yargısal etkinlikler gibi bu tür yargı içi seçim veya işleyişe yönelik karar ve tasarruflar bakımından da yürütmenin olumsuz müdahalelerinin önlenmesi ya da müdahaleye açık izlenimin ortadan kaldırılması gereklidir.

Yine kamuoyunun gündeminde olan, yürütmenin politik tutumunu önden ve açıkça belirttiği hatta zeminini kendi siyasal tavrı ile belirlediği davalarda, toplumun adalet ihtiyacının karşılanması, adaletin tesisi ve korunması dışında her türlü kayırmacı, dışlayıcı ve toplumda yandaş yargı algısı doğuran uygulamalardan vazgeçilmesi öncelikli ve zorunludur.

İnfaz hukukunun temel prensiplerinin, tüm hükümlüler bakımından hak niteliğini taşıdığı, yürütmenin argümanları ile değil, bu alana hakim kuralların şeffaf, öngörülebilir, denetlenebilir bir biçimde uygulanmasının da toplumun beklentileri arasında olduğu unutulmamalıdır.  

Yargı dışındaki anayasal organların, bu algıyı oluşturan, yükselten her türlü açıklama, söz ve müdahaleden kaçınmaları zorunludur. Yürütme organının mevcut ve pek çok açıdan uluslararası yükümlülüklerimize uygun hükümler içeren anayasamızın tümüyle  değiştirilmesi yerine, bu hükümlere saygılı bir politik duruş ve eylem sergilemesinin önemini bir kez daha vurgulamak gereklidir. 

Bunun yanı sıra “paket” başlıkları ile yeni suçlar ihdas edilmesinin değil, mevcut yasa ve yargılama ilkelerinin ulus üstü normlara uyarlı bir biçimde uygulanmasının önündeki engellerin kaldırılmasının sağlanması gereklidir. Eksikliğin norm değil, normun adil bir biçimde uygulanmasına özgü olduğu unutulmamalıdır.

Olup bitene kayıtsız kalmanın, giderek otoriterleşen yönetim anlayışının meşruiyet kaynağı ve işbirlikçisi yargı görüntüsünün, bu durumun gerçek olması kadar ağır sonuçları olacağı; ulusumuzun hukuka olan inanç ve bağlılığını azaltacağı, hukuk dışı arayışları çoğaltacağı, giderek anayasamızın hedeflediği açık, katılımcı, çoğulcu ve  hoşgörüye dayalı demokratik toplum düzenini tehlikeye düşüreceği görülmelidir.

 Temel metin olan Anayasanın tarif ve ifadesi, hukuk devleti idealine dair olup, benimsenen ulus üstü metin ve kurallar da bu toplumun yargısının tarihte kötü örnekleri görülen totaliter yönetimlerin işbirlikçi yargısına dönüşmesine olanak tanımamaktadır. Yargı, tüm bu hukuki metinler ile geniş bir tarihsel art alana sahip hukuk ilkelerine yeniden var gücüyle bağlanmalıdır. Ancak bu yolla toplum; güçlerin dengelendiği, barışın tesis edildiği ve adaletin can bulduğu bir yaşam alanına kavuşabilir. 

Gelinen yol ayrımında daha fazla zarar görmeden, uçurumun ve yaratabileceği tehlikelerin farkında olarak derhal hukuk ve adalet hedefine yönelmiş, tarihin karanlık dehlizlerine terk edilmiş yürütme güdümlü yargı modellerinden uzaklaşmış, toplumun adalet gereksinimine yanıt verebilecek bir yargının tesisi için hep birlikte mücadele etmeliyiz.

Yargıçlar Sendikası