Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı
EMİNAĞAOĞLU v. TÜRKİYE
(Başvuru no. 76521/12)
STRAZBURG 9 Mart 2021
Bu karar Sözleşme’nin 44 § 2 maddesinde belirtilen koşullarda kesinleşecektir. Editoryal revizyona tabi olabilir.
OLAYLAR
Başvurucu Ömer Faruk Eminağaoğlu, 1967 doğumlu bir Türk vatandaşıdır ve Ankara'da (Türkiye) yaşamaktadır. Söz konusu tarihte yargı mensubu ve aynı zamanda hâkimler ve savcılar derneği olan Yarsav'ın başkanıdır.
Eminağaoğlu, meslek hayatına 1989 yılında başlamıştır. 1998 yılında Yargıtay Cumhuriyet Savcısı olarak atanmıştır. 2011 yılında İstanbul'da hâkim olmuştur.
13 Haziran 2012 tarihinde birinci sınıf yargı mensubu iken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu İkinci Dairesi (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu- HSYK) tarafından özellikle medyada kamuoyu tarafından iyi bilinen davalar hakkında yaptığı açıklama ve eleştirilerden dolayı disiplin cezası nedeniyle Çankırı'ya nakledilmiştir. Daire, Eminağaoğlu'nun ifadeleri nedeniyle mesleğin haysiyetini ve şerefini baltaladığı ve kişisel haysiyetini ve itibarını kaybettiği görüşündedir.
Eminağaoğlu bu karara itiraz etmiş, ancak söz konusu disiplin cezası HSYK Genel Kurulu tarafından onanmıştır, ancak yine de aleyhindeki bazı suçlamalar düşürülmüştür. Disiplin cezası kesinleşince, başvurucu yeni görevine transfer edilmiştir.
15 Nisan 2015’de 6572 sayılı kanunun yürürlüğe girmesinin akabinde HSYK, Eminağaoğlu'na yönelik disiplin cezasını yeniden incelemiş ve kendisine yöneltilen suçlamaları değiştirmeden bir kınama kararı ile değiştirmeye karar vermiştir.
HUKUK
I. İLK İTİRAZLAR
1. Hükümet ilk olarak Mahkeme’den başvuru hakkının kötüye kullanılması nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermesini istemiştir. Başvurucunun, söz konusu disiplin cezasının yerine kınama yapıldığını Mahkeme'ye bildirmediğini belirtmişlerdir. Hükümet’e göre, başvuruya konu olan disiplin cezasının geri çekilmesi dava üzerinde doğrudan bir etkiye sahiptir. Dolayısıyla, başvurucunun Mahkeme'ye davanın çözümü için gerekli olan bu konuda herhangi bir bilgi vermemesi, bireysel başvuru hakkının kötüye kullanılması anlamına gelmektedir.
2. İkinci olarak Hükümet, başvurucunun mağdur statüsünden yoksun olduğu gerekçesiyle Mahkeme’yi başvuruyu reddetmeye davet etmiştir. Başvurucuya uygulanan 6 Haziran 2012 tarihinde kesinleşen disiplin nakli cezasının HSYK tarafından iptal edildiğini ileri sürmüştür. 15 Nisan 2015 tarihli bir kararla HSYK'nın 6572 sayılı Kanun uyarınca başvurucunun talebini kabul ettiğini ve söz konusu yaptırımı inceleyip kınama kararıyla değiştirdiğini belirtmişlerdir. Bu nedenle, Hükümet yetkilileri başvurucunun artık Sözleşme'nin 34.maddesi anlamında mağdur statüsüne sahip olmadığı ve başvurunun kişi bakımından Sözleşme hükümleriyle bağdaşmadığı görüşündedir.
3. Mahkeme, Sözleşme'nin 35 § 3 (a) maddesi uyarınca, bir başvuru, diğer nedenlerin yanı sıra, kasten gerçek dışı gerçeklere dayanıyorsa, bireysel başvuru hakkının kötüye kullanılması olarak reddedilebileceğini yinelemektedir (bakınız Gross v. İsviçre [BD], no. 67810/10, § 28, ECHR 2014; Kerechashvili v. Gürcistan (dec.), no. 5667/02, 2 Mayıs 2006; Miroļubovs ve diğerleri v. Letonya, no. 798/05, § 63, 15 Eylül 2009; ve Centro Europa 7 Srl ve Di Stefano v. İtalya [BD], no. 38433/09, § 97, ECHR 2012). Eksik ve dolayısıyla yanıltıcı bilgiler de, özellikle bilgi, davanın özüyle ilgiliyse ve bu bilginin izhar edilmemesi konusunda yeterli açıklama yapılmamışsa başvuru hakkının kötüye kullanılması anlamına gelebilir (bakınız Hüttner v. Almanya (dec.), no. 23130/04, 9 Haziran 2006; Predescu v. Romanya, no. 21447/03, §§ 25-26, 2 Aralık 2008; ve Kowal v. Polonya (dec. ), no. 2912/11, 18 Eylül 2012). Aynı durum, Mahkeme önündeki yargılamalar sırasında yeni, önemli gelişmelerin meydana geldiği ve -Mahkeme İç Tüzüğü'nün 47 § 6 maddesi tarafından açıkça talep edilmesine rağmen- başvurucunun bu bilgiyi Mahkeme'ye açıklamadığı böylelikle Mahkeme’nin olayları tam olarak bilerek davaya ilişkin karar vermesini engellediği engellediği durumlarda da geçerlidir (bakınız yukarıda anılan Centro Europa 7 S.r.l. ve Di Stefano, §97 ve yukarıda anılan Miroļubovs ve diğerleri, § 63). Bununla birlikte, bu tür durumlarda bile, başvurucunun Mahkeme’yi yanıltma niyeti her zaman yeterli kesinlikte tespit edilmelidir (bakınız Al-Nashif v. Bulgaristan, no. 50963/99, § 89, 20 Haziran 2002; Melnik v. Ukrayna, no. 72286/01, §§ 58-60, 28 Mart 2006; Nold v. Almanya, no. 27250/02, § 87, 29 Haziran 2006; ve Centro Europa 7 Srl ve Di Stefano, yukarıda anılan, § 97).
4. Mevcut davada, Mahkeme, başvurucunun şikayetlerinin, kendisine 19 Temmuz 2011 tarihinde uygulanan ve 6 Haziran 2012 tarihinde, yani başvuru yapılmadan önce kesinleşen disiplin cezasıyla ilgili olduğunu kaydetmektedir. Zira İstanbul'da hâkim olarak görev yapan başvurucu 13 Haziran 2012 tarihinde Çankırı'ya nakledildiği için (bakınız yukarıdaki 19. paragraf), dosyadan bu yaptırımın gerçekten uygulandığı görülebilmektedir. Mahkeme ayrıca, başvuru formunda, başvurucunun şikayetleri hakkında tam bilgi sağladığını not etmektedir.
Mevcut başvurunun yapılmasından sonra çıkarılan 2 Aralık 2014 tarih ve 6572 sayılı Kanunun, başvurucuya verilen söz konusu disiplin cezasının yeniden incelemesini talep etme imkanı verdiği kabul edilmektedir. Başvurucu, başvurusunu yaptıktan sonra bu hukuki yoldan usulüne uygun olarak yararlanmış ve bu yol, disiplin cezasının tamamen iptal edilmesine değil, dönüştürülmesine neden olmuş ve dolayısıyla doğacak sonuçların hiçbirini ortadan kaldırmamıştır. Halihazırda uygulanmış olan disiplin cezasının yerini, disiplin soruşturmasının ilk konusu olan aynı davranış için daha hafif bir yaptırım, yani bir kınama almıştır (bakınız yukarıda 24. paragraf).
5. Kuşkusuz, Mahkeme, iki yaptırımın ciddiyeti ve sonuçlarının aynı olmadığını not etmektedir. İhraç edilme yaptırımından sonra en ağır ikinci yaptırım olan disiplin cezası verme, hâkim veya savcının birinci sınıfa yükselmesini otomatik olarak engellerken, tek bir kınama bu tür sonuçlar doğurmaz (bakınız yukarıda 39-40. paragraflar). Bununla birlikte, mevcut davada, söz konusu başvurunun yapılmasından sonra ortaya çıkan ve yeni bir gerçek teşkil eden ilk yaptırımın dönüştürülmesinin, geriye dönük olarak bu yaptırımın sonuçlarının silinmesine yol açtığı iddia edilmemektedir. Dahası, 15 Nisan 2015 tarihli karardan da anlaşıldığı üzere başvurucu aleyhindeki disiplin suçlamalarının değişmediği açıktır (bakınız yukarıda 24. paragraf). Ayrıca, başvurucunun ilk yaptırımla ilgili şikayetlerinin ne var ki başvurusunu yaptıktan sonra azaldığı unutulmamalıdır. Bu koşullar altında, başvurucunun, yargılamanın başlangıcından itibaren, davanın incelenmesi için gerekli olabilecek bir veya daha fazla unsur hakkında Mahkeme’yi bilgilendirmediği sonucuna varılamaz. Dolayısıyla, mevcut davada bireysel başvuru hakkının kötüye kullanıldığını düşünmek için hiçbir neden yoktur ve Hükümet’in bu bağlamdaki itirazı bu nedenle reddedilmelidir.
6. Başvurucunun mağdur statüsüne ilişkin olarak Mahkeme, yerleşik içtihadına göre, ulusal makamlar, açıkça veya esasen Sözleşme'nin ihlalini kabul etmedikçe ve ardından tazminat ödemedikçe, bir başvurucunun lehine olan bir karar veya tedbir, prensipte onu "mağdur" statüsünden mahrum bırakmak için yeterli değildir (bakınız Murray v. Hollanda [BD], no. 10511/10, § 83, 26 Nisan 2016). Mevcut davada, yukarıda belirtildiği gibi, halihazırda uygulanmış olan disiplin cezasının yeniden incelenmesi, başvurucunun tedbirden kaynaklanacak tüm sonuçlarla birlikte, tedbirin tamamen iptalinden yararlanmasına imkan vermemiş ve kendisine yöneltilen disiplin suçlamaları değişmeden kalmıştır. Sonuç olarak, 15 Nisan 2015 tarihli karar, başvurucu tarafından iddia edilen Sözleşme haklarının ihlalinin özü itibariyle bile bir kabulü veya bir tazminat tedbiri olarak görülemez.
Buna göre, Hükümet tarafından bu bağlamda sunulan itirazın da reddedilmesi gerekmektedir.
II. SÖZLEŞME'NİN 6 § 1. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
7. Sözleşme'nin 6. maddesi uyarınca, başvurucu, aleyhindeki disiplin soruşturmasının yargısal incelemesinin yapılmadığından ve bunun mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğinden şikayetçi olmuştur.
Ayrıca, HSYK önündeki ihtilaf konusu disiplin cezasına ilişkin soruşturmanın bağımsızlık ve tarafsızlık gerekleriyle uyumlu olmadığını ileri sürmüştür.
Son olarak, davasında verilen kararların gerekçesiz olmasından şikayetçi olmuştur.
Mahkeme, başvurucunun şikayetlerinin Sözleşme'nin 6 § 1 maddesi kapsamında incelenmesi gerektiğine karar vermektedir ve ilgili bölüm aşağıdaki gibidir:
“1. Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili ...karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, ... görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
A. Kabuledilebilirlik
1. TaraflarınBeyanları
8.Hükümet, kendilerine göre hiçbir "medeni" hak söz konusu olmadığından, Sözleşme'nin 6. maddesinin medeni kısmının uygulanamaz olduğunu ileri sürmüştür. Hükümet uyuşmazlığın tamamen bir kamu hukuku meselesi olduğunu ileri sürmüş ve başvurucunun hakim/savcı statüsü, 6. maddenin uygulanabilirliği önünde ilkesel bir engel oluşturduğu için iç hukukun başvurucuya HSYK'nın kararının yargısal denetime başvurma imkânı sağlamadığına işaret etmiştir. İç hukuk başvurucuya iddialarının bir mahkeme tarafından incelenmesine imkân tanımazken, başvurucunun istihdamının niteliğini ve söz konusu uyuşmazlığın konusunu dikkate alarak Vilho Eskelinen ve diğerleri v. Finlandiya ([GC], no. 63235/00, ECHR 2007-II) davasından kaynaklanan içtihat ışığında, mevcut davada mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür bir kısıtlama gerekçelendirilmiş olduğunu iddia etmişlerdir. Konuyla ilgili, ilaveten Serdal Apay v. Türkiye ((dec.), no. 3964/05, 11 Aralık 2007) ve Özpınar v. Türkiye (no. 20999/04, § 30, 19 Ekim 2010) kararları dahil olmak üzere Mahkeme’nin içtihadına atıfta bulunmuşlardır. 6. madde kapsamındaki şikayetlerin konu bakımından Sözleşme ile bağdaşmadığı sonucuna varmışlardır.
9.Vilho Eskelinen ve diğerleri kararında (yukarıda anılan) belirtilen kriterlere atıfta bulunarak, Hükümet ayrıca başvurucunun Yargıtay'da bir savcı olduğunu ve dolayısıyla adalet yönetiminde yüksek rütbeli bir pozisyonda bulunduğunu belirtmiştir. Bu nedenle Hükümet’e göre, başvurucu kamu hukuku tarafından verilen yetkileri kullanmakta ve Devletin genel çıkarlarını korumaya yönelik görevleri yerine getirmektedir.
10. HSYK’nın hâkim ve savcıların performansının değerlendirilmesine ilişkin öncü kararına dayanarak Hükümet ayrıca, birinci sınıftaki hakim/savcıların o sınıfa kabul tarihinden itibaren her üç yılda bir bu tür değerlendirmeye tabi tutulduklarına ve terfi edebilmeleri için, birinci sınıfa kabul için gerekli nitelikleri kaybetmeden, bu kararda belirtilen şartları yerine getirmeleri gerektiğine dikkat çekmiştir. Hükümet ayrıca şu spesifik noktaları vurgulamıştır: başvurucuya disiplin cezası verildiği tarihte, başvurucu % 81 maaş oranına karşılık gelen bir aylık ödeme almaktadır; yaptırım, kınama cezası olarak değiştirildiğinden, birinci sınıfta yer alma için gerekli nitelikleri kaybetmemiş olması nedeniyle aylık ödeme oranının % 83'e çekilmesi mümkün hale gelmiştir; sonuç olarak, hâkim veya savcılık mesleğini icra etmeye devam etmiş olsaydı, ilk yaptırımın bir kınama ile değiştirilmesine ilişkin olarak % 2'lik bir artış elde etmiş olacaktı.
11. Başvurucu, bu iddialara itiraz etmiştir. Başvuru formunda, kendisine uygulanan disiplin cezasının kariyeri için olumsuz ve zararlı sonuçlar doğurduğunu iddia etmiştir. Söz konusu tedbir, başvurucunun yüksek rütbeli bir adli göreve atanmasını ve belirli yargı bölgelerinde çalışmasını engellemiştir. Ayrıca, sabit olarak bir maaş alamadığını iddia etmiştir.
2. Mahkeme’ninDeğerlendirilmesi
12. Mahkeme, her iki tarafın da 6 § 1 maddesinin ceza hukuku yönünden uygulanabilir olduğunu iddia etmediğini gözlemlemektedir. Söz konusu yargılama, bir suç isnadının belirlenmesi ile ilgili değildir ve bu nedenle, bu maddenin ceza hukukuna ilişkin yönü devreye girmemiştir (bakınız, kıyasen, Oleksandr Volkov, yukarıda anılan, §§ 93-95 ve Denisov v. Ukrayna [BD], no. 76639/11, § 43, 25 Eylül 2018).
(a) 6. maddenin 1. fıkrasının medeni hukuk yönünün uygulanabilirliğine ilişkin ilgili ilkeler
13. Mahkeme, 6. maddenin 1. fıkrasının “medeni” hukuk yönünün uygulanabilir olabilmesi için, en azından tartışılabilir gerekçelerle iç hukukta tanındığı söylenebilecek, Sözleşme kapsamında korunup korunmadığına bakılmaksızın, bir “hak” konusunda bir uyuşmazlık (Fransızca metinde “contestation”) olması gerektiğini yinelemektedir. Uyuşmazlık gerçek ve ciddi olmalıdır; uyuşmazlık sadece bir hakkın fiili varlığı ile değil, aynı zamanda kapsamı ve kullanım şekli ile de ilgili olabilir; ve son olarak, yargılamanın sonucu, söz konusu hak için doğrudan belirleyici olmalıdır, sadece zayıf bağlantılar veya uzak sonuçlar Madde 6 § 1'i uygulamaya koymak için yeterli değildir (bakınız, diğer birçok karar arasından, Boulois v. Lüksemburg [BD], no. 37575/04, § 90, ECHR 2012; Bochan v. Ukrayna (no. 2) [BD], no. 22251/08, § 42, ECHR 2015; Lupeni Greek Catholic Parish ve diğerleri v. Romanya [BD], no. 76943/11, § 71, 29 Kasım 2016; ve Regner v. Çek Cumhuriyeti [BD], no. 35289/11, § 99, 19 Eylül 2017).
14. 6.maddedeki "medeni” kavramının kapsamının, uyuşmazlığın halihazırdaki konusu ile sınırlı olmadığı unutulmamalıdır. Bunun yerine Mahkeme, başlangıçta bir medeni hak ile ilgili görünmeyen ancak bir bireye ait özel bir maddi veya manevi hak üzerinde doğrudan ve önemli etkileri olabilecek davaları “medeni” kısmın kapsadığı duruma uygun olarak daha geniş bir yaklaşım geliştirmiştir. Bu yaklaşım yoluyla, 6. maddenin medeni hukuk kısmı, iç hukukta kamu hukuku uyuşmazlıkları olarak sınıflandırılmış olabilecek çeşitli uyuşmazlıklara uygulanmıştır. Bu örnekler, bir mesleği icra etme hakkına ilişkin disiplin soruşturmalarını (bakınız Le Compte, Van Leuven ve De Meyere v. Belçika, 23 Haziran 1981, §§ 47 ve 48, Series A no. 43 ve Philis v. Yunanistan (no. 2), 27 Haziran 1997, § 45, Reports of Judgments and Decisions 1997-IV), sağlıklı bir çevre hakkı ile ilgili uyuşmazlıkları (bakınız Taşkın ve diğerleri v. Türkiye, no. 46117/99, § 133, ECHR 2004 ‐ X), mahkumların tutukluluk düzenlemelerini (bakınız Ganci v. İtalya, no. 41576/98, § 25, ECHR 2003- XI ve Enea v. İtalya (yukarıda anılan, § 103), soruşturma belgelerine erişim hakkını (bakınız Savitskyy v. Ukrayna, no. 38773/05, §§ 143-45, 26 Temmuz 2012), bir mahkumiyetin sabıka kaydına dahil edilmemesine ilişkin uyuşmazlıkları (bakınız Alexandre v. Portekiz, no. 33197/09, §§ 54 ve 55, 20 Kasım 2012), hapis dışı koruma tedbirin uygulanmasına ilişkin yargılamaları (bakınız De Tommaso v. İtalya [BD], no. 43395/09, § 154, ECHR 2017 (extracts)), Savunma Bakanlığı bünyesinde bir memurun güvenlik soruşturmasının iptalini (bakınız Regner, yukarıda anılan, §§ 113- 27) içerir.
15. Ayrıca, Sözleşme'nin 6. maddesi anlamında böyle bir hakkın "medeni" niteliğine ilişkin olarak Mahkeme, kendi içtihadına göre, şu iki koşul beraber yerine getirilmediği sürece bir Devlet ile memurları arasındaki uyuşmazlıkların, ilke olarak, bu hükmün kapsamına girdiğini belirtecektir: ilk olarak, Devlet, ulusal hukukunda, söz konusu görev veya memur kategorisi görevi için mahkemeye erişimi açıkça hariç tutmuş olmalıdır; ikinci olarak, hariç tutma Devletin çıkarına nesnel gerekçelerle gerekçelendirilmelidir (bakınız Vilho Eskelinen ve diğerleri, yukarıda anılan, § 62).
16. Mahkeme ayrıca, mevcut davayla doğrudan ilgili bir alan olan kamu istihdam uyuşmazlıklarıyla ilgili olarak "medeni hukuk" kısmının kapsamının önemli ölçüde genişletildiğine işaret etmektedir. Vilho Eskelinen ve diğerlerinde (yukarıda anılan) Mahkeme, Taraf Devletlerdeki mevcut durumu dikkate alarak ve özel çalışanlara kıyasla memurlarla ilgili ayrımcılık yapmama hususları göz önünde bulundurarak 6. maddenin bir devlet memuru ile Devlet arasındaki "olağan iş anlaşmazlıkları"na uygulandığı ve bir devlet memurunun ulusal hukuka göre mahkemeye erişim hakkına sahip olmayarak 6. madde kapsamındaki haklarından bu şekilde hariç tutulmasının haklı olduğu göstermenin sorumlu Hükümetin görevi olduğunu şeklinde bir karine oluşturmuştur (a.g., § 62). Vilho Eskelinen ve diğerleri'nde belirtilen ilkeler temelinde 6. Madde, yargıçlık makamından ihraç edilen (bakınız, örneğin, Oleksandr Volkov v. Ukrayna, no. 21722/11, §§ 91 ve 96, ECHR 2013; Kulykov ve diğerleri v. Ukrayna, no. 5114/09 ve 17 diğerleri, §§ 118 ve 132, 19 Ocak 2017; Sturua v. Gürcistan, no. 45729/05, § 27, 28 Mart 2017; ve Kamenos v. Kıbrıs, no. 147/07, § 88, 31 Ekim 2017), hâkimlik görevleri sona ermeden idari bir görevden uzaklaştırılan (her ikisi de yukarıda anılan Baka, §§ 34 ve 107-11, ve Denisov, §§ 25, 47-48 ve 54) veya başka bir şekilde disiplin cezasına tabi tutulmuş(bakınız Paluda v. Slovakya, no. 33392/12, § 34, 23 Mayıs 2017) hakimlerin yer aldığı istihdam uyuşmazlıklarında uygulanmıştır (bakınız yukarıda anılan Ramos Nunes de Carvalho e Sá, §§ 119-20). Ayrıca maaşlarına ikramiye olarak eklenen uzak alan ödeneğinden mahrum kalan veya kendi iradeleri dışında başka bir makam veya göreve nakledilerek maaşlarında bir azalmaya neden olunan (bakınız Zalli v. Arnavutluk (dec.), no. 52531/07, 8 Şubat 2011 ve yukarıda anılan Ohneberg) devlet memurlarının yer aldığı istihdam uyuşmazlıkları için de uygulanmıştır (bakınız yukarıda anılan Vilho Eskelinen, §§ 40 ve 41). Dahası, disiplin soruşturmalarının ardından devlette çalışan bir icra memurunun görevinden alınmasına ilişkin Bayer v. Almanya (no. 8453/04, 16 Temmuz 2009) davasında, Mahkeme, "maaşlar, ödenekler veya benzer haklar" ile ilgili uyuşmazlıkların, 6. maddenin prensip olarak Vilho Eskelinen testi kapsamında uygulanması gereken "olağan istihdam uyuşmazlıkları" nın sadece kapsamlı olmayan örnekleri olduğuna karar vermiştir (a.g., § 38; ayrıca bakınız Regner, yukarıda anılan, § 108).
17. Mahkeme ayrıca, Vilho Eskelinen ve diğerlerinde belirtilen kriterlerin, işe alınmaları veya atanmaları kariyer veya terfileri (bakınız Dzhidzheva-Trendafilova (dec.), no. 12628/09, 9 Ekim 2012), nakilleri (bakınız, Ohneberg, yukarıda anılan, § 25) ve memuriyetin feshi (bakınız, Olujić v. Hırvatistan, no. 22330/05, § 67, 5 Şubat 2009, Yüksek Mahkeme Başkanının disiplin nedeniyle görevden alınmasına ilişkin ve Nazsiz (dec.), no. 22412/05, 26 Mayıs 2009, bir savcının disiplin nedeniyle görevden alınmasına ilişkin) de dahil olmak üzere, memurlar ve yargıçlarla ilgili her türlü uyuşmazlıkta uygulandığını not etmektedir (bakınız Juričić v. Hırvatistan, no. 58222/09, 26 Temmuz 2011).
(b) Yukarıda belirtilen ilkelerin mevcut davaya uygulanması
(i) Bir hakkın varlığı
18. Mahkeme, mevcut davada şüphesiz bir "uyuşmazlık" (contestation) olduğunu kaydetmektedir: söz konusu soruşturma, HSYK nezdindeki disiplin soruşturmasında başvurucu aleyhine getirilen bir mesleki görev ihlali ile ilgili suçlamalarla alakalıdır. Bu uyuşmazlık gerçek ve ciddi niteliktedir ve takip eden soruşturmalar başvurucunun hakları için belirleyicidir: bu soruşturmaların, işten çıkarılması gibi başvurucu açısından ciddi sonuçları olabilmektedir.
19.Mahkeme, Hükümet'in 6 § 1 maddesinin medeni kısmının, başvurucunun uyuşmazlığının kamu hukuku alanına girmesi ve söz konusu “medeni” hakkın olmaması nedeniyle uygulanabilir olmadığı yönündeki iddiasıyla ikna olmamaktadır. Bir kamu hukuku uyuşmazlığı, medeni maddi veya manevi bir hak için doğrudan sonuçlar göz önüne alındığında, özel hukuk yönlerinin kamu hukukuna üstün gelmesi durumunda medeni hukuku devreye sokabilir (bakınız Denisov, yukarıda anılan, § 53). Kabul edilmelidir ki, mevcut davada, söz konusu soruşturma bir disiplin cezası ile ilgilidir. Uyuşmazlık, "maaşlar, ödenekler veya benzeri haklar" ile ilgili bir soruyla ilgili değildi, ancak bunlar Sözleşme'nin 6. maddesinin prensip olarak uygulanması gereken "olağan iş uyuşmazlıkları" nın kapsamlı olmayan örnekleridir (bakınız Bayer, yukarıda anılan, § 38). Bununla birlikte Mahkeme -Vilho Eskelinen ve diğerleri kararında belirtilen kriterlerin uygulanmasına bağlı olarak- aşağıda belirtilen nedenlerden dolayı 6. maddenin mevcut davada da geçerli olduğunu tespit etmektedir.
20. Mahkeme, önce Yargıtay'da savcı olan ve daha sonra İstanbul'da hakim olarak görev yapan başvurucunun çok sayıda ve esaslı suçlamayla ilgili disiplin soruşturmasına maruz kaldığını gözlemlemektedir. Bu soruşturmalar neticesinde, medyaya yaptığı açıklamalarla mesleğin haysiyetini ve şerefini zedelediği, haysiyetini ve kişisel itibarını kaybettiği gerekçesiyle bazı suçlamalar onanmış ve kendisine disiplin cezası uygulanmıştır. Söz konusu bu tedbir, ihraç edilmeden sonra gelen en sert yaptırımdır. Başvurucu aleyhindeki disiplin soruşturmaları, basit bir uyarıdan açığa alınmaya ve hatta görevden ihraç edilmeye kadar çeşitli yaptırımlarla sonuçlanabilirdi. Özellikle, başvurucu aleyhindeki ana suçlama, yani yargı mesleğinin "şeref ve haysiyetini zayıflattığı" suçlaması, meslekten ihraç edilme yaptırımını da gerektirebilirdi (bakınız yukarıda 39. paragraf). Bu durum, başvurucu için potansiyel olarak geçerli bir yaptırım olan ihraç edilmenin kesinlikle olası bir sonuç olduğu anlamına gelmektedir. Sonuç olarak, disiplin soruşturması doğrudan başvurucunun mesleğini sürdürme hakkının sorgulanmasına neden olmuştur (aksi yönde Marušić v. Hırvatistan (dec.), no. 79821/12, §§ 74-75, 23 Mayıs 2017). Mahkeme, bu bağlamda, bir mesleği icra etmeye devam etme hakkına ilişkin disiplin soruşturmalarının, Sözleşme'nin 6 § 1 maddesi anlamında her zaman "medeni nitelikteki haklarla ilgili anlaşmazlığı" içerdiğinin kabul edildiğini yinelemektedir (bakınız Di Giovanni v. İtalya, no. 51160/06, § 36, 9 Temmuz 2013 ve burada belirtilen referanslar). Bu bağlamda, sadece bir uyarı verilen yargıç Di Giovanni davasında (yukarıda anılan), uyuşmazlığın medeni nitelikte olduğu sonucuna vardığına işaret etmektedir.
21.Mahkeme ayrıca, mevcut davada söz konusu yaptırımın başvurucunun çalıştığı yerle ilgili olduğunu gözlemlemektedir; İstanbul'da hâkimlik yaptığı sırada başka bir yargı çevresinde bulunan Çankırı’ya zamanından önce nakledilmiştir. Yukarıda belirtildiği gibi (bakınız 62. paragraf), maaşlarına eklenmiş bir uzak alan ödeneğinden yoksun bırakılan veya kendi iradeleri dışında başka bir makama veya göreve nakledilen veya maaşlarında düşüşle sonuçlanan memurlarla ilgili istihdam uyuşmazlıklarına 6. madde uygulanmıştır.
22. Ayrıca, Hükümetin beyanlarından (bakınız yukarıda 56. paragraf), ihtilaf konusu yaptırımın başvurucunun hakim/savcı olarak maaşını da etkilediği açıkça görülmektedir (yukarıda anılan Denisov, § 54 ile karşılaştırın). Nitekim, söz konusu disiplin cezasının bir sonucu olarak, başvurucu, birinci sınıfta yer alma için gerekli niteliği kaybetmiştir. Sonuç olarak, her üç yılda bir hakim ve savcılara verilen % 2'lik artıştan yararlanamamıştır. Kuşkusuz, 2015 yılında bu yaptırımın kınama ile değiştirilmesinin ardından, söz konusu artışı yeniden kazanmıştır. Ancak, yaptırımın yumuşatılmasının, 2015 yılında hâlihazırda yargıdan ayrılan başvurucunun bu artışı geriye dönük olarak elde etmesini sağladığı tespit edilmemiştir.
(ii) Hakkın“medeni”niteliği:VilhoEskelinentesti
23. Vilho Eskelinen testini ayrıca uygulayarak (aynı şekilde, Denisov, § 55), Mahkeme bu koşullardan ilkinin karşılanması için, Davalı Devlet’in ilgili görev veya ücret grubu için iç hukukunda mahkemeye erişimden hariç tutulmasını açıkça belirtmiş olması gerektiğini hatırlatmaktadır.
24. Eskelinen testinin ilk koşulu, yani ulusal hukukun söz konusu görev veya memur kategorisi için mahkemeye erişimi "açıkça hariç tutup tutmadığı", ile ilgili olarak Mahkeme, bu koşulun yerine getirildiğine karar verdiği birkaç davada, söz konusu görev için mahkemeye erişimden hariç tutulmanın açık ve net bir şekilde öngörüldüğünü kaydetmektedir (bakınız Kövesi v. Romanya, no. 3594/19, § 119, 5 Mayıs 2020'de belirtilen örnekler).
25. Mahkeme, ilgili tarihte Türk hukuku uyarınca, Anayasa'nın 159§10 maddesi gereğince, “Kurul kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz” olduğuna işaret etmektedir. Bununla birlikte, 2010 Anayasa reformundan bu yana HSYK tarafından verilen meslekten çıkarma yaptırımına karşı temyiz hakkı söz konusudur (bakınız yukarıda 38. paragraf). Buna göre, yukarıda anılan Anayasa reformu nedeniyle Türkiye'de hâkim ve savcıları ilgilendiren disiplin soruşturmlarının herhangi bir yargısal incelemeden tamamen hariç tutulduğu artık iddia edilemez. Özellikle, mahkemeye erişimden hariç tutulmanın bir makam veya memur kategorisi ile değil, disiplin yaptırımının ciddiyeti ile bağlantılı olduğu dikkate değerdir. Disiplin soruşturmalarının ardından görevden alınan hâkim ve savcıların bu nedenle söz konusu tedbir için yerel mahkemeler önünde yargı denetimi talep edebilecekleri anlaşılmaktadır. Sonuç olarak Mahkeme, mevcut davanın Kövesi'de belirtilen durumlardan farklı olması gerektiği kanaatindedir (yukarıda anılan, § 119). Ancak, mevcut davada Eskelinen testinin ilk koşulunun yerine getirilip getirilmediğine karar vermeyi gerekli görmemektedir. Nitekim Mahkeme -yargı denetimine tabi meslekten ihraçlar için geçerli olan belirli rejimi bir kenara bırakılırsa- ulusal normatif çerçeve, başvurucuyu söz konusu yaptırıma ilişkin olarak mahkemeye erişim hakkından açıkça mahrum bırakmış olsa bile, Sözleşmenin 6§1 maddesinin uygulanamazlığının, hiçbir durumda, Devletin çıkarı açısından nesnel gerekçelerle haklı gösterilemeyeceğini gözlemlemektedir.
26. Mahkeme, başvurucunun kamu hukukunun verdiği yetkinin kullanılmasına katılan bir sektör veya departmanda olmasının kendi başına belirleyici olmadığını yinelemektedir. Mahkemeye erişimden hariç tutmanın haklı gösterilmesi için, Devletin söz konusu memurun kamu gücünün kullanımına katıldığını veya Mahkeme'nin Pellegrin v. Fransa'da ifade ettiği üzere ([BD], no. 28541/95, § 65, ECHR 1999-VIII) işveren olarak Devlet ile memur arasında “özel bir güven ve sadakat bağı” bulunduğunu tespit etmesi yeterli değildir. Söz konusu uyuşmazlığın konusunun Devlet gücünün kullanılmasıyla ilgili olduğunu veya özel bağın sorgulanmasına yol açtığını göstermek de Devlet’in görevidir.
27. Mahkeme, Hükümetin bu bağlamdaki iddiasını dikkate almaktadır. Söz konusu hariç tutmayı gerekçelendirmek için, Hükümet uyuşmazlığın konusunun hâkim/savcılık mesleğinin icrası olduğu ve adalet sisteminin egemenliğin temel tezahürlerinden biri olduğu müddetçe sıradan bir kamu hizmeti olmadığını ifade etmiştir. Hükümet’in görüşüne göre, doğası gereği, hâkimlik/savcılık, Devlet’in egemenliğine esas olan yetkilerin kullanılmasını içerir ve bu nedenle doğrudan kamu yetkisinin kullanılmasıyla ilgilidir. Bu bağlamda Hükümet, özellikle Pitkevich v. Rusya ((dec.), no. 47936/99, 8 Şubat 2001) ve Serdal Apay (yukarıda anılan) kararlarına atıfta bulunmuştur.
28. Mahkeme, yargı mensupları ile ilgili Türk davalarında (bakınız Serdal Apay ve Nazsız, yukarıda anılan kararlar), savcılarla ilgili ihtilafların Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamından çıkarılmasının Devlet menfaati gerekçesiyle haklı olduğuna kesin bir şekilde karar verdiğini belirtmektedir. Mahkeme bu sonuca varırken, Pellegrin içtihadı uyarınca adli meslekleri 6. maddenin kapsamından çıkaran, 2001 yılından (Vilho Eskelinen ve diğerleri’nden önce) başlayan Pitkevich emsal kararına (yukarıda anılan) dayanmıştır. Benzer şekilde, Mahkeme'nin disiplin soruşturması sonucunda görevinden alınan bir kadın yargıcın davasına baktığı Özpınar (yukarıda anılan, § 30) davasında, Serdal Apay içtihadına (yukarıda anılan) dayanmış ve yargıç pozisyonunun prensipte Vilho Eskelinen ve diğerleri kararında (yukarıda anılan) belirtilen ilkeler ışığında 6. maddenin uygulanabilirliğini engellediğini kaydetmiştir. Bununla birlikte, şikayeti Sözleşme'nin 6. maddesinin uygulanabilirliğine ilişkin nihai bir karar vermeden, 8. madde ile bağlantılı olarak 13. madde kapsamında inceleyerek yeniden nitelendirmeye karar vermiştir.
29. Bununla birlikte, yukarıda belirtilen karar ve hükümlerin doğmasına neden olan davalarda söz konusu zamanda geçerli olan mevzuat uyarınca, Türkiye, hâkim ve savcılara yönelik her türlü disiplin cezası için mahkemeye erişimi kategorik olarak engellemiştir. Ancak, bu mevzuat 2010 anayasa reformundan bu yana değişmiştir.
30. Daha da önemlisi, güncel içtihadında Mahkeme, görevlerini yerine getirmede başarılı olmak için adaletin garantörü olarak kanunla yönetilen bir Devlette temel bir değer olan yargının toplumdaki özel rolünün kamuoyunun güvenine sahip olması gerektiğini vurgulamıştır (bakınız Baka, yukarıda anılan, § 164, ve burada belirtilen referanslar). Bu değerlendirme, hakimlerin kariyerlerini etkileyen disiplin soruşturmaları için de aynı derecede geçerlidir. Kuvvetler ayrılığına ve adalet sisteminin bağımsızlığını koruma gerekliliğine artan önemle birlikte, demokratik bir toplumda hâkim ve savcıların sahip oldukları Devlet organları arasında öne çıkan önemli yer göz önüne alındığında (bakınız, Ramos Nunes de Carvalho e Sá, yukarıda anılan, § 196), Mahkeme, hakimler aleyhindeki disiplin soruşturmalarını Sözleşme hükümleri ışığında inceleme talep edildiğinde, yargıçların korunmasına özellikle dikkat etmelidir.
Türk yargı sistemi hâkim ve savcıların statüsü arasında temel bir ayrım yapmadığı sürece, bu tür mülahazalar, gerekli değişiklikler yapılarak Türkiye'deki savcılar için de geçerli olabilir (bakınız yukarıda 36. paragraf ve kıyasen, Kövesi, yukarıda anılan § 124).
31.Bu bağlamda, Vilho Eskelinen ve diğerleri kararından (yukarıda anılan) bu yana Mahkeme, burada belirtilen testin ikinci koşulunun incelenmesini gerektiren yalnızca birkaç davayla ilgilenmek durumunda kalmıştır: Suküt v. Türkiye ((dec.), no. 59773/00, 11 Eylül 2007), bir silahlı kuvvetler mensubunun disiplin nedeniyle erken emekliliğiyle ilgili olan dava ve Spūlis ve Vaškevičs v. Letonya ((dec.), no. 2631/10 ve 12253/10, 18 Kasım 2014) istihbarat ve karşı casusluk ile görevlendirilmiş bir başvurucudan ve Devlet Gelir İdaresi'nin en yüksek makamlarından birine sahip olan ve Gümrük Ceza Soruşturma Dairesinden sorumlu başka bir başvurucudan güvenlik soruşturmasının geri çekilmesiyle ilgilidir. Bu davalarda Mahkeme, mahkemeye erişimden men edilmenin haklı olduğuna karar vermiştir, çünkü uyuşmazlıkların konusu hükümet otoritesinin kullanılmasıyla ilgilidir veya ilgili kişi ile işveren olarak Devlet arasındaki “özel güven ve sadakat bağı” nın sorgulanmasını gerektirmektedir.
32. Mahkeme, tamamı hiyerarşik olarak Devletin yürütme organına bağlı olan bir ordu subayı ve kıdemli memurları ilgilendiren yukarıda bahsedilen içtihadın bir yargı mensubunu ilgilendiren mevcut davanın koşullarına aktarılamayacağını tespit etmiştir. Mahkemenin görüşüne göre, uyuşmazlığın konusunun, özel güven ve sadakat bağının sorgulanmasıyla ilgili olması gerektiği kriteri, yargı bağımsızlığının teminatları ışığında okunmalıdır. Bu iki kavram, yani memurlardan istenen özel güven ve sadakat bağı ile yargı bağımsızlığı kolayca uzlaştırılamaz. Devlet memurları ile Devlet arasındaki istihdam ilişkisi, geleneksel olarak, Devlet çalışanlarının hükümet politikalarını uygulaması gerektiği ölçüde, hükümetin yürütme organı karşısında güven ve sadakat temelinde tanımlanabilirken, yargı mensupları, yargı yetkisinin kullanılması için gerekli olduğu düşünülen belirli güvencelerden yararlanırlar ve diğerlerinin yanı sıra, hükümet eylemlerini gözden geçirmekle yükümlüdürler. Yargı mensupları ile Devlet arasındaki iş ilişkisinin karmaşık yapısı, yargı organının yetkilerini kullanırken üyelerinin korku ve menfaat olmaksızın büyük ölçüde hukuk ve adalet gereklerine dayalı kararlar almalarını sağlamak için Devletin diğer şubelerinden yeterince uzak olmasını gerektirir. Bağımsızlıklarını ve tarafsızlıklarını doğrudan etkileyen konularda iç hukuk tarafından Sözleşme korumasından mahrum bırakılırlarsa, yargı mensuplarının hukukun üstünlüğünü koruyabileceklerine ve bu ilkeyi yürürlüğe koyabileceklerine inanmak yanıltıcı olacaktır (bakınız Kövesi, yukarıda anılan, § 124).
33. Ayrıca mevcut davada, söz konusu disiplin soruşturmasının sonunda başvurucunun medyaya verdiği ifadeler nedeniyle HSYK tarafından cezalandırıldığına dikkat edilmelidir. Bu nedenle, uyuşmazlığın konusu, esasen bu ifadelerin, o sıradaki konumu göz önüne alındığında, başvurucunun takdir yetkisi ile uyumlu olup olmadığıdır. Kuşkusuz, bu durum, söz konusu olan çeşitli menfaatler arasındaki dengenin tartılmasını gerektiren bir sorudur. Ancak HSYK kararlarına verilen gerekçeler göz önünde tutulacak olursa, Mahkeme, uyuşmazlığın konusunun Vilho Eskelinen ve diğerleri kararı (yukarıda anılan) anlamında "Devletin menfaatine nesnel gerekçelere" yol açabilecek herhangi bir yönünü veya hükümet yetkisinin kullanılmasıyla ilişkin herhangi bir gerekçeyi tespit etmemiştir.
34. Buna göre, Vilho Eskelinen ve diğerleri testinin ilk koşulunun yerine getirilmediğini varsayarak, Mahkeme, Hükümet’in, bir mahkemeye erişimden men edilmenin Devletin menfaatine dayanılarak gerekçelendirildiğini veya uyuşmazlığın konusunun hükümet yetkisinin kullanılmasıyla bağlantılı olduğunu veya başvurucu ile işveren olarak Devlet arasındaki “özel güven ve sadakat bağı” sorgulandığı gösterecek pozisyonda olmadığını gösterecek pozisyonda olmadığı görüşündedir. Yargı mensuplarının özel statüsü ve bu mesleklerle ilgili disiplin soruşturmalarının yargı denetimin önemi göz önüne alındığında, Mahkeme, Devlet ile başvurucu arasında özel bir güven bağının Sözleşme ile güvence altına alınan haklar hariç olmak üzere haklı olduğunun söylenemeyeceği sonucuna varmıştır (bakınız, kıyasen, Savino ve diğerleri v. İtalya, nos. 17214/05 ve diğer ikisi, § 78, 28 Nisan 2009).
Dolayısıyla, Sözleşmenin 6 § 1 maddesi, Vilho Eskelinen ve diğerleri kararında (yukarıda anılan) belirtilen testin ikinci şartı ışığında uygulanabilir.
(c) Sonuç
35. Bu nedenle, Sözleşme'nin 6 § 1 maddesinin uygulanamaz olduğuna ilişkin olarak Hükümet tarafından ileri sürülen ön itirazın reddedilmesi uygundur.
36. Mahkeme, bu şikayetlerin Sözleşme'nin 35§3(a) maddesi anlamında açıkça dayanaktan yoksun olmadığını kaydetmektedir. Ayrıca, başka hiçbir gerekçeyle kabul edilemez olmadıklarını da not etmektedir. Bu nedenle kabul edilebilir olduklarına karar verilmelidir.
B. Esas
1. Taraflarınbeyanları
37. Başvurucu, başvuru formunda, kendisine yaptırım uygulayan HSYK'nın adalet ilkesine uygun, tarafsız, bağımsız ve tarafsız bir organ olarak değerlendirilemeyeceğini ileri sürmüştür.
İlk olarak, mahkeme hakkının ihlal edildiğinden şikayet etmiştir. Meslekten çıkarılma cezası haricinde, disiplin yaptırımı uygulayan kararların yargı denetimi yapılmaması nedeniyle ihlali sürdürdüğünü iddia etmiştir. Bu tür kararların hâkim ve savcıların mesleki yaşamları açısından ciddi ve geri döndürülemez sonuçları olabilmesine rağmen, Anayasa'nın 159. maddesi uyarınca yargı denetimi kapsamı dışında kaldığını belirtmiştir.
İkinci olarak, başvurucu, yürütmenin HSYK üzerindeki iddia edilen etkisini eleştirmiştir. Bunu, hükümetin yürütme organına bağlı Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı'nın bu organın üyeleri olması gerçeğiyle göstermiştir. Ayrıca, Mahkeme'nin dikkatini HSYK'ya Adalet Bakanı'nın başkanlık ettiğine ve hakimler ve savcılar aleyhine disiplin soruşturması açılmasında kilit rol oynadığına çekmiştir.
Üçüncüsü, başvurucu, HSYK İkinci Dairesi’nin 19 Temmuz 2011 tarihinde verilen uyuşmazlık konusu disiplin cezasına karar veren bazı üyelerini, itirazını inceleyen HSYK Genel Kurulu'nda da yer aldıkları için eleştirmiştir. Başvurucuya göre, bu üyeler davanın esasına ilişkin tutumlarını zaten açıklamışlardır ve bu nedenle tarafsız olamazlar.
Dördüncü olarak, başvurucu, davasında verilen kararlarda gerekçe bulunmadığından şikayetçi olmuştur.
38. Başvurucu cevabında, diğerlerine ilaveten, HSYK'ya büyük ölçüde Türk makamları tarafından "FETÖ/PDY" ("Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapısı") olarak belirlenen bir örgütün üyelerinin hâkimiyetinde olduğunu ve disiplin soruşturmalarını onu sindirmek için kullandıklarını ileri sürmüştür.
39. Hükümet, başvurucunun iddialarına itiraz etmiştir. HSYK'nın esasen idari bir organ olduğunu ve bu nedenle yargının idare ve teftiş konularında yetkilerini kullandığını ve idari nitelikte bağlayıcı kararlar almasını sağladığını ileri sürmüştür. Bununla birlikte, HSYK'nın Devlet sistemi içinde tamamen idari bir organ olarak kabul edilemeyeceğini eklemişlerdir. Hükümete göre, HSYK mahkemelerin bağımsızlığı ilkesine ve Anayasa'nın 159.maddesi uyarınca hakim ve savcıların yararlandıkları güvencelere uygun olarak kurulmuş ve faaliyet gösteren bir anayasal organdır.
40. O tarihte HSYK, yirmi iki asil ve on iki yedek üyeden oluşmaktadır. Hükümet, o zamanki oluşumu hakkında aşağıdaki ek bilgileri vermiştir: Adalet Bakanı HSYK'nın başkanıdır ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı re'sen üyedir; nitelikleri kanunla belirlenen dört asil üye, hukuk alanındaki öğretim üyeleri ve avukatlar arasından Cumhurbaşkanı tarafından atanmıştır; Yargıtay Genel Kurulu tarafından bu mahkeme üyeleri arasından üç asil ve üç yedek üye seçilmiştir; Danıştay Genel Kurulu tarafından bu mahkeme üyeleri arasından iki asil ve iki yedek üye seçilmiştir; Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu tarafından bu kurumun üyeleri arasından bir asil ve bir yedek üye seçilmiştir; yedi asil ve dört yedek üye, adli mahkemelerin hâkim ve savcıları tarafından halihazırda uygun bulunan birinci sınıf hâkimler arasından seçilmiştir; üç asil ve iki yedek üye, idari mahkemelerin hakim ve savcıları tarafından halihazırda uygun bulunan birinci sınıf hakimler arasından seçilmiştir. Hükümet, söz konusu zamanda, HSYK'nın iki re'sen üyesi (Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı) yürütmeden geldiğini ve yargı kadrosundan gelen üyelerin çoğunlukta olduğunu, HSYK üyelerinin görev süresi dört yıl olduğunu ve Kurul’un kuruluşu, statüsü ve yetkileri Anayasa ve bu tür konularda uygulanacak kanuna göre düzenlenmiş olduğunu eklemiştir.
41.Hükümet, HSYK'yı oluşturmak için bu şekilde seçilen üyelerin bağımsızlığının Anayasa ve ilgili mevzuat tarafından güvence altına alındığına ve hiçbir şeyin, ister bu üyelerin atanmasında ister Kurul’un işleyişinde, bu bağımsızlığı zayıflatamayacağına işaret etmiştir.
42. Hükümet, itiraz usullerine ilişkin olarak, davaların ilgili mevzuata, yani söz konusu tarihte yürürlükte olan 6087 sayılı Kanun’un 33. maddesine uygun olarak yürütüldüğünü ileri sürmüştür. Mevcut davada HSYK üyelerinin bağımsız veya tarafsız olmadığına dair hiçbir delil bulunmadığını belirtmişlerdir.
2. Mahkeme’ninDeğerlendirmesi
(a) Bağımsız ve tarafsız bir mahkeme hakkına ilişkin ilgili ilkeler
43. Mahkeme, tüm davacıların kendi medeni haklarını savunmalarını sağlayacak etkili bir yargı yoluna sahip olmasını gerektiren adil yargılanma hakkının hukukun üstünlüğü ilkesi ışığında yorumlanması gerektiğini yinelemektedir. Herkes, medeni hak ve yükümlülüklerine ilişkin herhangi bir iddiayı mahkeme önüne getirme hakkına sahiptir. Bu suretle, 6§1 maddesi, erişim hakkının, yani medeni hukuk davalarında mahkemelerde dava açma hakkının yalnızca bir yönünü oluşturduğu "mahkeme hakkını" içermektedir (bakınız, diğer kararlar arasında, Golder v. Birleşik Krallık, 21 Şubat 1975, § 36, Series A no. 18; Al Dulimi ve Montana Management Inc. v. İsviçre [BD], no. 5809/08, § 126, 21 Haziran 2016; ve Naït Liman v. İsviçre [BD], no. 51357/07, § 113, 15 Mart 2018).
44. Mahkeme ayrıca, belirli bir Devletin mahkemelerinden biri olarak sınıflandırılmayan bir makamın, yine de, 6. maddenin 1. fıkrasının amaçları doğrultusunda, bu ifadenin asli anlamında bir "mahkeme" kavramına girebileceğini gözlemlemektedir (bakınız Sramek v. Avusturya, no. 8790/79, § 36, 22 Ekim 1984). Bir mahkeme veya mahkeme, terimin asli anlamıyla, yargı işlevi, yani kendi yetkisi dahilindeki konuları hukuk kuralları temelinde, tam yargı yetkisiyle ve öngörülen bir şekilde yürütülen yargılamalardan sonra belirlemesi ile karakterize edilir (aynı yerde. ve bkz. Kıbrıs v. Türkiye [BD], no. 25781/94, § 233, ECHR 2001 IV). Sözleşmenin anlamı dahilinde, "mahkeme" kavramının özünde bir karar verme yetkisi vardır. Usuller, 6. maddenin gerektirdiği şekilde, “ihtilaflı konuların bir mahkeme tarafından belirlenmesini” sağlamalıdır (bakınız Benthem v. Hollanda, 23 Ekim 1985, § 40, Seri A no. 97). Madde 6 § 1 amaçları doğrultusunda, bir mahkemenin standart yargı mekanizmasına entegre edilmiş bir mahkeme olması gerekmez. Olağan yargı sistemi dışında uygun şekilde idare edilebilecek belirli bir konuyu ele almak için kurulabilir (bakınız Rolf Gustafson v. İsveç, 1 Temmuz 1997, § 45, Reports 1997 IV). Dahası, yalnızca tam yargı yetkisine sahip olan ve yürütmenin ve ayrıca tarafların bağımsızlığı gibi bir dizi gerekliliği karşılayan bir kurum, 6 § 1 maddesi anlamında "mahkeme" olarak adlandırılmaya layıktır (bakınız Beaumartin v. Fransa, 24 Kasım 1994, § 38, Series A no. 296-B ve Di Giovanni, yukarıda anılan, § 52).
45. Son olarak Mahkeme, Denisov'da açıklandığı gibi, bir davanın karara bağlanması ve gözden geçirilmesi aşamalarında "bağımsız ve tarafsız bir mahkeme" gereklerine ilişkin genel ilkelere atıfta bulunmaktadır (yukarıda anılan, §§ 60-65; “kanunla kurulmuş mahkeme” kavramı ile ilgili olarak, bakınız Guðmundur Andri Ástráðsson v. İzlanda [BD], no. 26374/18, §§ 218-234, 1 Aralık 2020) .
(b) Başvurucunun şikayetlerinin incelenmesi için benimsenecek yaklaşım
46. Mahkeme, mevcut davada, müfettişler tarafından 30 Ekim 2009 tarihinde yürütülen soruşturmayı takiben, Adalet Bakanının başvurucu aleyhine disiplin soruşturması başlatılmasına izin verdiğini kaydetmektedir (bakınız yukarıdaki 10. paragraf). Daha sonra, 19 Temmuz 2011 tarihinde, HSYK, başvurucuya disiplin nakli yaptırımı uygulamaya karar vermiştir (bakınız yukarıdaki 13-14. paragraflar). Bu yaptırım, HSYK Genel Kurulu tarafından onaylanmış, ancak başvurucu aleyhindeki bazı suçlamaları onaylamamaya karar vermişlerdir (bakınız yukarıdaki 18. paragraf). Böylece nihai hale gelen disiplin cezası uygulanmış ve başvurucu yeni bir göreve atanmıştır (bakınız yukarıdaki 19. paragraf). 6572 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesini takiben 15 Nisan 2015 tarihinde HSYK, başvurucuya uygulanan disiplin cezasını yeniden incelemiş ve kendisine yönelik suçlamaları değiştirmeden bir kınama kararı ile değiştirmeye karar vermiştir (bakınız yukarıdaki 25. paragraf). Sonuç olarak, başvurucu çeşitli kere yaptığı açıklamalar nedeniyle cezalandırılmıştır.
47.Mahkeme, başlangıçta, başvurucunun, Sözleşme'nin 6§1 maddesi uyarınca, disiplin soruşturmalarıyla ilgili herhangi bir yargı denetimi yapılmadığını ve bunun mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini belirttiğini not etmektedir. Ayrıca, HSYK nezdinde söz konusu disiplin yaptırımına ilişkin soruşturmanın bağımsızlık ve tarafsızlık gerekleriyle bağdaşmadığını ileri sürmüştür. Son olarak, davasındaki kararlarda gerekçe bulunmadığından şikayetçi olmuştur.
48. Mahkeme, önüne getirilen şikayetlerin bir kısmının HSYK'nın yapısı ve kararlarının yargı denetimine tabi tutulmaması ile ilgili olduğunu gözlemlemektedir. Aslında HSYK, Türk hukuk düzeninde bir “mahkeme” olarak görülmemektedir: yetkilerini mahkemelerin bağımsızlığı ilkesi ve Anayasa'nın 159. maddesine göre yargının yararlandığı güvencelere uygun olarak kullanan anayasal bir organdır.
Mahkeme, ne Sözleşme'nin 6 § 1 maddesinin ne de başka herhangi bir hükmünün, Devletleri ve kurumlarını belirli bir yargı emrine uymaya zorladığını yinelemektedir. Bu bağlamda, içtihadını, 6. maddenin 1. fıkrasında yer alan "mahkeme" kelimesinin, ülkenin standart yargı mekanizmasına entegre edilmiş klasik türden bir mahkemeyi ifade edecek şekilde anlaşılması gerekmediğini vurgulamaktadır (bakınız Savino ve diğerleri, yukarıda anılan § 91). Dahası, Devletlere, çeşitli Devlet güçleri arasındaki ilişki ve etkileşimi şu ya da bu şekilde düzenleyen belirli bir anayasal modeli empoze etme meselesi yoktur. Sonuç olarak Mahkeme, analizinde öncelikle disiplin yaptırımları uygulamakla sorumlu organ olan HSYK'nın kendi yetkisi dahilindeki konuları hukuk kuralları temelinde, tam yargı yetkisi ile ve öngörülen şekilde yürütülen işlemlerden sonra belirlemek olan hukuki rolü nedeniyle Türk hukuku kapsamındaki statüsüne bakılmaksızın asli anlamda bir "mahkeme" olarak kabul edilip edilemeyeceğini değerlendirmelidir (bakınız, Sramek, yukarıda anılan, § 36 ve Kıbrıs v. Türkiye, yukarıda anılan, § 233). Bu sorunun cevabı olumsuz ise, sonraki soru, başvurucunun bir “mahkemenin” gereklerini kendi başına karşılamayan bir organ tarafından verilen disiplin cezasına 6. maddenin gerekliliklerini karşılayan başka bir organa itiraz etme fırsatına sahip olup olmadığıdır (bakınız, örneğin, Ramos Nunes de Carvalho e Sá, yukarıda anılan, § 132). Mahkeme, ancak bu şekilde, başvurucunun mahkeme hakkına ilişkin ana şikayetinin esasını ele alabilir.
(i) Bir davanın "mahkeme" tarafından incelenmesi gerektiği ilkesine saygı
49. Mahkeme, başvurucunun yalnızca 6. madde kapsamında değil, aynı zamanda 13. madde kapsamında da ifade edilen şikayetinin esas olarak mahkeme hakkının ihlaliyle ilgili olduğunu gözlemlemektedir. Bu nedenle, söz konusu disiplin tedbirini, başvurucunun Sözleşme'nin 6§1 maddesinin gerekliliklerini karşılayan bir “mahkeme”ye sunma fırsatını sahip olup olmadığı sorusunu ele almak için başvurucuya disiplin cezası uygulanmasına yol açan yargılamanın tamamını incelemek gerekmektedir.
50. Mevcut davada, ilk olarak HSYK İkinci Dairesi’nin, başvurucunun davasına bakarken, Sözleşme'nin 6. maddesi anlamında bir “mahkeme” nin gereklerini karşılayıp karşılamayacağının tespit edilmesi gerekmektedir. Bu amaçla Mahkeme, disiplin makamının yargısal bir işlevi yerine getirip getirmediğini değerlendirecek ve bu makam önündeki yargılamanın niteliğini inceleyecektir.
51. Mahkeme, disiplin cezalarının ilgili, kendisinin işten çıkarılmasına neden olan, yani önemli ölçüde damgalanma içeren çok ciddi yaptırımlardan sorumlu kılan eylemlerle suçlanan mevcut davadaki başvurucu gibi yargı mensubunun hayatı ve kariyeri üzerinde ciddi sonuçları olabileceğini vurgulamaktadır (bakınız, kıyasen, Ramos Nunes de Carvalho e Sá, yukarıda anılan, § 196). Yürütülen yargısal denetim, uyuşmazlığın konusuna başka bir deyişle, mevcut davadaki söz konusu idari kararların disiplin niteliğine uygun olmalıdır. Bu değerlendirme, görevlerini yerine getirmeleri için gerekli olan saygıyı görmesi gereken hâkim ve savcılara yönelik disiplin soruşturmaları için daha da güçlü bir şekilde geçerlidir. Bir üye Devlet bu tür disiplin soruşturmalarını başlattığında, yargının işleyişine ve bağımsızlığına kamuoyunun güveni mevzubahistir; demokratik bir Devlette bu güven, hukukun üstünlüğünün mutlak mevcudiyetini garanti eder (a.g.).
52.Mevcut davada, Mahkeme, söz konusu disiplin cezasının başvurucuya HSYK İkinci Dairesi tarafından verildiğini ve daha sonra bu Kurul’un Genel Kurulu tarafından onaylandığını tespit etmiştir. Hükümete göre HSYK, ayrıca sui generis bir statüye sahip olan bir idari organdır: Anayasa'nın 159. maddesine göre mahkemelerin bağımsızlığı ilkesine ve yargı mensuplarının yararlandığı güvencelere göre görevlerini yerine getiren anayasal bir organdır.
53. Mahkeme, bu nedenle, Hükümet'in belirttiği gibi, söz konusu tarihte hakimlerin veya savcıların büyük bir kısmından oluşan HSYK'nın görevlerini mahkemelerin bağımsızlığı ilkesi ve hâkim ve savcılara tanınan teminatlar uyarınca yerine getirdiğini kaydetmektedir. Ayrıca, bu organın yargı teşkilatı, hâkim ve savcıların kariyeri ve disiplin işlemleri ile ilgili konularda münhasır yetki ve karar verme yetkisine sahip olduğuna şüphe yoktur. Bununla birlikte, Mahkeme, Hükümetin HSYK'nın yargı dışı bir organ olduğu iddiasını kabul etmektedir. Dolayısıyla, Özpınar (yukarıda anılan) davasında olduğu gibi, başvurucunun çok ağır yaptırımlarla karşılaştığı mevcut davada, HSYK İkinci Dairesi önündeki yargılamanın Sözleşmenin 6.maddesi uyarınca usuli güvencelerin gereklerine uygun olduğunu sonucuna ulaşmak zordur: esasen bunlar esas olarak yazılı yargılamalardır ve ilgili hakim/savcıya çok az güvence sağlamışlardır (a.g., § 77). Bu bağlamda Mahkeme, ilgili mevzuatın, HSYK nezdinde hâkim ve savcılara tanınan güvenceler veya delillerin kabulü ve değerlendirilmesi ile ilgili izlenecek usule ilişkin herhangi bir özel kural içermediğini gözlemlemektedir. Dahası, HSYK İkinci Dairesi duruşma yapmamış, herhangi bir tanık çağırmamış veya dinlememiştir. Son olarak, bu Daire tarafından verilen kararlar, hiçbir gerekçe göstermeden sadece mevcut kuralları olduğu gibi işletmeye yönelten bir temel muhakeme içermektedir.
54.HSYK İkinci Dairesi'nin bir “mahkeme” gereğini yerine getirip getiremeyeceği sorusuna olumsuz yanıt verdikten sonra, buna binaen, başvurucunun disiplin cezasını 6. maddenin gerekliliklerini karşılayan başka bir organ tarafından incelenmek üzere sevk etme fırsatına sahip olup olmadığını değerlendirmek uygun olacaktır.
55. Mahkeme, HSYK'nın disiplin davalarına bakan İkinci Dairesinin kararlarına Genel Kurul'a yapılan başvuru yoluyla itiraz edilebileceğini gözlemlemektedir. Ancak, İkinci Daire’nin kararını incelemekten sorumlu olan bu organın, yargısal denetimin teminatlarını verdiğine dair hiçbir kanıt yoktur. HSYK İkinci Dairesi nezdinde usuli güvencelerin eksikliğine ilişkin yukarıdaki bulguyu hatırlamak yeterlidir; bu bulgu Genel Kurul için de geçerlidir.
56. Bu nedenle, ne HSYK İkinci Dairesi’nin ne de Genel Kurulu’nun Sözleşme'nin 6§1 maddesi anlamında bir "mahkeme" olarak nitelendirilemeyeceği sonucu çıkmaktadır.
57.Bu bağlamda, Mahkeme, "medeni haklar ve yükümlülükler" konusundaki uyuşmazlıkları belirleyen bir idari organın bazı açılardan 6 § 1 maddesine uymadığı durumlarda bile, bu organ önündeki yargılamalar "tam yargı yetkisine sahip olan ve 6 § 1 maddesinin teminatlarını sağlayan bir yargı organının müteakip kontrolüne tabi ise" (bakınız Albert ve Le Compte, yukarıda anılan, §29, ve Tsfayo v. Birleşik Krallık, no. 60860/00, § 42, 14 Kasım 2006) yani, idari bir makam önündeki yargılamalarda tespit edilen herhangi bir yapısal veya usulsel eksiklik, tam yargı yetkisine sahip bir yargı organı tarafından müteakip kontrol sırasında giderilirse (bakınız Ramos Nunes de Carvalho e Sá, yukarıda anılan, § 132, diğer referanslarla birlikte) Sözleşme ihlali bulunmadığına yönelik yerleşik içtihadını yinelemektedir. Burada durum böyle değildir. Hükümet, söz konusu disiplin cezasının herhangi bir yargısal incelemeden çıkarılmasını haklı kılacak herhangi bir gerekçe öne sürmemiştir
58. Yukarıdakilerin ışığında Mahkeme, yetkili disiplin makamı tarafından başvurucuya uygulanan uyuşmazlık konusu yaptırımın yargısal fonksiyonu yerine getiren başka bir organ veya olağan bir mahkeme tarafından incelenmediği sonucuna varmaktadır. Bu koşullarda, davalı Devletin, başvurucunun mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verdiği görüşündedir.
59. Buna göre, bir davanın kanunla kurulmuş bir mahkeme tarafından incelenmesi gerektiği ilkesinin ihlali nedeniyle Sözleşme'nin 6 § 1 maddesi ihlal edilmiştir.
(ii) Madde6kapsamındakidiğerşikayetler
60. Başvurucu, uyuşmazlık konusu disiplin cezasına ilişkin HSYK'daki yargılamanın bağımsızlık ve tarafsızlık gerekleriyle uyumlu olmadığını iddia etmiştir. Ayrıca davasında verilen kararların gerekçelendirilmemesinden şikayetçi olmuştur.
61. Hükümet bu iddiaya itiraz etmiştir.
62. Yukarıdakileri göz önünde bulundurarak ve Mahkeme'nin Sözleşme'nin 6§1 maddesi kapsamındaki bulguları ışığında, bu şikayetlerde ele alınacak ayrı bir konu bulmamaktadır. Bu nedenle ayrı ayrı incelemeye gerek yoktur.
III. SÖZLEŞME'NİN 10. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
63.Başvurucu, kendisine uygulanan disiplin cezası nedeniyle ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. İlgili kısımları aşağıdaki gibi olan Sözleşme'nin 10. maddesine dayanmıştır:
“1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.
2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
A. Kabuledilebilirlik
64.Mahkeme, söz konusu şikayetin Sözleşme'nin 35§3(a) maddesi anlamında açıkça dayanaktan yoksun olmadığını tespit etmektedir. Ayrıca, başka hiçbir gerekçeyle kabul edilemez olmadığını da not etmektedir. Bu nedenle kabul edilebilir ilan edilmelidir.
B. Esas
1. TaraflarınBeyanları
(a) Başvurucu
65.Başvurucu, başvuru formunda, çeşitli kere yaptığı açıklamalar nedeniyle aleyhine disiplin soruşturması açılmasının ifade özgürlüğü hakkının ihlali olduğunu iddia etmiştir. İtiraz edilen ifadelerde, Yarsav'ın bir hakimler ve savcılar derneği başkanı sıfatıyla, hukukun üstünlüğünü ve adalet sisteminin bağımsızlığını savunduğunu belirtmiştir.
(b) Hükümet
66. Hükümet, disiplin cezasının 2802 sayılı Kanunun 68.maddesinin a bendine dayandığını ileri sürmüştür. Başvurucu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı sıfatıyla, farklı vesilelerle yaptığı suçlayıcı açıklamalarının disiplin cezaları gerektirebileceğini makul bir şekilde öngörebilmelidir.
67. Ayrıca, Sözleşme'nin 10 § 2 maddesi anlamında yargının otoritesini ve tarafsızlığını korumak amacıyla başvurucuya disiplin cezası verildiğini ileri sürmüştür.
68. Mahkemenin içtihadına atıfta bulunarak, Hükümet, yargı mensuplarının, kamu görevlerinin doğası gereği, takdir yetkilerine uygun hareket etmeleri ve tarafsızlıklarına ilişkin herhangi bir şüpheden kaçınmaları gerektiğini belirtmiştir.
69. Hükümet, mevcut davanın Baka davasından (yukarıda anılan) farklı olduğunu iddia etmiştir. Bu davada (Baka’da) başvurucu, Yüksek Mahkeme ve Ulusal Adalet Konseyi Başkanı olarak mesleki sıfatıyla söz konusu yasal reformlara ilişkin görüşünü belirtmiştir. Bununla birlikte, mevcut davada, başvurucunun disiplin cezasına yol açan ifadeleri, olayların olduğu sırada başvurucunun sahip olduğu pozisyonla, yani Yargıtay savcısının pozisyonuyla ilgili değildir. Bu nedenle, başvurucunun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı olarak görevinden kaynaklanan ayrıcalıkla hareket etmediğini iddia etmişlerdir. Söz konusu ifadelerin, hâkimler ve savcılar derneği olan Yarsav'ın başkanı sıfatıyla başvuucu tarafından yapıldığını eklemişlerdir. Ancak Hükümete göre, bu ifadeler Yarsav'ın amaçları ile uyumlu değildir, çünkü Yarsav, mahkemelerin bağımsızlığını ve tarafsızlığını ve hukukun üstünlüğünü savunmak için kurulmuş bir siyaset üstü sivil toplum kuruluşu (STK) olarak kendi kurallarında tanımlamıştır.
70. Ayrıca Hükümet, Mahkeme'nin dikkatini, başvurucunun Yargıtay'daki savcı olarak konumunun önemine çekmiştir. Bu pozisyon, başvurucuya adalet sistemi içinde önemli bir rol vermiştir. Sonuç olarak, düşüncelerini ve fikirlerini ifade ederken dikkatli olmalıdır. Hükümetin görüşüne göre, kıdemli bir yargı görevlisi olarak, ifadeleri sadece kendi tarafsızlığını değil, aynı zamanda ait olduğu yargı organının tarafsızlığını da zayıflatabileceği ölçüde ifade özgürlüğünü kısıtlama ile kullanmak başvurucunun görevi olmuştur.
71. Hükümet, başvurucunun yukarıda belirtilen takdir yetkisine uymadığını ileri sürmüştür. Başvurucuya disiplin cezası verirken HSYK'nın - 19 Temmuz 2011 tarihli kararın çeşitli noktalarında atıfta bulunulduğu üzere - dikkate aldığı bazı suistimal ve ifadelere atıfta bulunmuşlardır: 4 (iii) paragrafında atıfta bulunulan ifadeler (başvurucunun bir toplantıda öldürülen yargıçların isimlerinden bahsettiği ve anayasa reformunu eleştirdiği); 2 (c) paragrafında atıfta bulunulan ifadeler (başvurucunun, bir terör örgütüne üye olmakla suçlanan gazeteci M.B. aleyhindeki ceza soruşturmasını eleştirdiği ifadeler); 2 (e) paragrafında atıfta bulunulan ifadeler (başvurucunun, M.B. ile aynı suçlamalarla karşı karşıya bulunan başka bir gazeteci olan I.S.'ye karşı alınan tedbirleri eleştirdiği ifadeler); 2 (g) paragrafında atıfta bulunulan ifadeler (başvurucunun ifadeleri: "Şimdi bilime bir saldırıya dönüştü; yargıya ve bilime bir 'el bombası' atmaya başladılar; bu tür el bombaları atan kimseye izin vermeyeceğiz.”); 3 (h) paragrafında atıfta bulunulan ifadeler (başvurucunun Yargıtay eski Cumhuriyet Savcısı S.K.'ye yaptığı ziyaretle ilgili); ve 2 (h) paragrafında atıfta bulunulan ifadeler (bir toplantıda başvurucu, “Ergenekon” örgütüyle ilgili soruşturmayı eleştirmiştir).
72. Hükümet, başvurucunun çeşitli vesilelerle yaptığı açıklamaların siyasi retoriğe benzediğini ileri sürmüştür. Söz konusu açıklamalardan bazılarının devam eden yargısal işlemlerle ilgili olduğunu da eklemiştir. Hükümet’in görüşüne göre başvurucu, takdir yetkisine aykırı hareket etmiş ve artık yargıç/savcı olarak mesleğini tarafsız bir şekilde yerine getiremeyeceğini göstermiştir. Sonuç olarak, başvurucunun ifadeleri yargı makamının saygınlığına ve itibarına açıkça zarar vermiştir.
73. Buna göre Hükümet, uyuşmazlık konusu yaptırımın zorlayıcı bir sosyal ihtiyacı karşıladığını ve güdülen meşru amaçla, yani yargının otoritesini ve tarafsızlığını korumakla orantılı olduğunu ileri sürmüştür.
2. Mahkeme’ninDeğerlendirmesi
(a) Genel İlkeler
74. Mahkeme, Sözleşme'nin 10. maddesinin korumasının genel olarak çalışma ortamını ve özel olarak ise kamu çalışanlarını kapsadığını hatırlatmaktadır (bakınız Vogt v. Almanya, 26 Eylül 1995, § 53, Series A no. 323). Mahkeme, bir Devletin devlet memurlarına statüleri nedeniyle takdir yetkisi dayatmasının meşru olduğunu kabul etmekle birlikte, memurlar bireydir ve bu nedenle Sözleşme'nin 10. maddesinin korunmasına hak kazanırlar (a.g., ve bakınız Guja v. Moldova [BD], no. 14277/04, § 70, ECHR 2008). Bu nedenle, her davanın koşullarını göz önünde bulundurarak, bireyin temel ifade özgürlüğü hakkı ile demokratik bir Devletin kamu hizmetinin Madde 10 § 2'de belirtilen amaçları gerektiği gibi ilerletmesini sağlamadaki meşru menfaati arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığını belirlemek Mahkeme'ye düşmektedir. Mahkeme, bu incelemeyi gerçekleştirirken, bir devlet memurunun ifade özgürlüğü hakkı söz konusu olduğunda, Madde 10 § 2'de atıfta bulunulan, ulusal makamlara, ihtilaf konusu müdahalenin yukarıdaki amaç ile orantılı olup olmadığının belirlenmesinde belirli bir takdir payı bırakılmasını haklı kılan "görev ve sorumlulukların" özel bir önem taşıdığını dikkate alacaktır (bakınız Baka, yukarıda anılan, § 162 ve burada belirtilen referanslar).
75.Mahkeme ayrıca, yargının demokratik bir toplumda işgal ettiği Devlet organları arasında öne çıkan yer göz önüne alındığında, bu yaklaşımın, yargı normal kamu hizmetinin bir parçası olmasa da, görevlerinin ifasıyla bağlantılı olarak bir yargıcın ifade özgürlüğüne kısıtlamalar getirilmesi durumunda da geçerli olacağını hatırlatmaktadır (bakınız Albayrak v. Türkiye, no. 38406/97, § 42, 31 Ocak 2008 ve Pitkevich, yukarıda anılan karar). Mahkeme, yargının otoritesinin ve tarafsızlığının söz konusu olmasının muhtemel olduğu tüm davalarda, yargı teşkilatında görev yapan kamu görevlilerinden ifade özgürlüklerini kullanırken ihtiyatlı davranmaları gerektiğinin beklenebileceğini kabul etmiştir (bakınız Baka, yukarıda anılan, § 164).
76. Mahkeme, yargı toplumundaki özel rolünü vurgulamıştır; bu rol, kanunla yönetilen bir Devlette temel bir değer olan adaletin garantörü olarak görevlerini yerine getirmede başarılı olmak için halkın güvenini kazanmalıdır. Bu nedenle, yargı makamlarının, yargılama işlevlerini yerine getirmeleri söz konusu olduğunda, tarafsız yargıçlar olarak imajlarını korumak için ilgilendikleri davalara ilişkin azami takdir yetkisi kullanmaları gerekmektedir (Olujić, yukarıda anılan, § 59). Bu nedenle, özellikle eleştirilen yargıçların yanıt vermekten alıkoyan bir takdir yükümlülüğüne tabi oldukları göz önünde bulundurulduğunda, bu türden güveni, esasen temelsiz olan yıkıcı saldırılara karşı korumak gerekli olabilir (bakınız Prager ve Oberschlick v. Avusturya, 26 Nisan 1995, § 34, Series A no. 313).
77. Mahkeme aynı zamanda, mevcut başvurucuya benzer durumda olan yargıçlarla ilgili davalarda özellikle kuvvetler ayrılığına verilen önemi ve adalet sisteminin bağımsızlığını korumanın önemini göz önünde bulundurarak, böyle bir konumdaki bir yargıcın ifade özgürlüğüne herhangi bir müdahalenin, Mahkeme’nin yakın incelemesini gerektireceğini vurgulamaktadır Ayrıca, adalet sisteminin işleyişine ilişkin soruların müzakereleri genellikle 10. madde kapsamında yüksek derecede korumaya sahip olan kamu yararına girmektedir. Tartışılan bir konunun siyasi sonuçları olsa bile, bu tek başına bir yargıcın konu hakkında açıklama yapmasını engellemek için yeterli değildir. Kuvvetler ayrılığına ilişkin sorunlar, demokratik bir toplumda, halkın bilgilendirilmekte meşru menfaati olan ve siyasi tartışmanın kapsamına giren çok önemli konuları içerebilir (bakınız Baka, yukarıda anılan § 165).
78. Ayrıca Mahkeme, yaptırım korkusunun ifade özgürlüğünün kullanılması üzerinde, özellikle adaletin idaresi ve mahkemelerle ilgili konularda kamusal tartışmaya katılmak isteyen diğer yargıçlar üzerinde yarattığı "caydırıcı etkiyi" yinelemektedir (bakınız Kudeshkina, no. 29492/05, §§ 99-100, 26 Şubat 2009). Bir bütün olarak toplumun aleyhine işleyen bu etki, aynı zamanda, uygulanan yaptırım veya ceza tedbirinin orantılılığını da ilgilendiren bir faktördür (a.g., § 99).
79. Yukarıda belirtildiği gibi (bakınız yukarıda 35 ve 75. paragraflar), Türk yargı sistemi hâkim ve savcıların statüleri arasında temel bir ayrım yapmadığından, bu hususlar gerekli değişiklikler yapılarak Türkiye'deki savcılar için de geçerli olabilir.
80. Son olarak, uyuşmazlık konusu bir yaptırımın gerekçesini değerlendirmek için, 10. Madde ile teminat altına alınan ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin orantılılığını değerlendirirken, yargılamanın adilliğinin ve usuli güvencelerin mevcudiyetinin, dikkate alınması gereken faktörler olduğu unutulmamalıdır (bakınız, kıyasen, Castells v. İspanya, 23 Nisan 1992, §§ 47-48, Series A no. 236; Association Ekin v. Fransa, no. 39288/98, § 61, ECHR 2001 VIII; Colombani ve diğerleri v. Fransa, no. 51279/99, § 66, ECHR 2002 V; Steel ve Morris v. Birleşik Krallık, no. 68416/01, § 95, ECHR 2005-II; Kyprianou v. Kıbrıs [BD], no. 73797/01, §§ 171 ve 181, ECHR 2005 XIII; Mamère v. Fransa, no. 12697/03, §§ 23-24, ECHR 2006 XIII; Kudeshkina, yukarıda anılan, § 83; ve Morice v. Fransa [BD] , no. 29369/10, § 155, ECHR 2015). Mahkeme, hâlihazırda etkili bir yargısal incelemenin olmamasının 10. maddenin ihlal edildiği tespitini destekleyebileceğine karar vermiştir (özellikle bkz. Lombardi Vallauri / İtalya, no. 39128/05, §§ 45-56, 20 Ekim 2009). Nitekim, Mahkeme'nin daha önce 10. madde bağlamında hükmettiği gibi, "Tedbirin gerekliliğine ilişkin yargısal incelemenin kalitesi ... bu açıdan, ilgili takdir marjının işleyişi de dahil olmak üzere, özel bir öneme sahiptir." (bakınız Animal Defenders International v. Birleşik Krallık [BD], no. 48876/08 § 108, ECHR 2013).
(b) Söz konusu ilkelerin mevcut davaya uygulanması
(i) Bir müdahale olup olmadığı
81. Müdahalenin kapsamına gelince, Mahkeme, başvurucuya verilen disiplin cezasının, adalet sistemindeki mesleki davranışıyla doğrudan bağlantılı olmadığını gözlemlemektedir. Ayrıca, suçlu bulunduğu disiplin suçu, eleştirildiği ifade ve görüşler ile ilgilidir. Buna göre, şikâyet edilen tedbir, Sözleşme tarafından güvence altına alınmayan adaletin idaresinde bir kamu görevi yerine getirilmesi değil, esas olarak ifade özgürlüğü ile ilgilidir (bakınız Kudeshkina, yukarıda anılan, § 79). Mevcut davada 10.maddenin uygulanabilir olduğu anlaşılmaktadır.
Mahkeme, başvurucuya uygulanan disiplin cezasının, Sözleşme'nin 10. maddesi ile korunan hakkın kullanımına bir müdahale oluşturduğunun taraflar arasında ihtilaflı olmadığını tespit etmiştir. Bu nedenle, söz konusu tedbirin Sözleşme'nin 10§2 maddesi ışığında haklı olup olmadığını inceleyecektir.
(ii) Müdahaleninyasalolupolmadığı
82. Hükümet, uyuşmazlık konusu tedbirin 2802 sayılı Kanun’un 68.maddesinin 2.fıkrasının a bendine dayandığını ve dolayısıyla müdahalenin kanunla öngörüldüğünü belirtmiştir. Başvurucu, bu noktada herhangi bir görüş belirtmemiştir.
83. Mahkeme, 10. maddenin 2. fıkrasının anlamı dahilinde "kanunda öngörülen" ifadesinin, uyuşmazlık konusu tedbirin iç hukukta bir temele sahip olmasını gerektirdiğini ancak aynı zamanda söz konusu hukukun niteliğine de atıfta bulunarak ilgili kişi tarafından erişilebilir olmasını, ayrıca sonuçlarını öngörebilmesi ve hukukun üstünlüğü ile uyumlu olması gerektiğini yinelemektedir. Mevcut davada ilk koşulun karşılanıp karşılanmadığı uyuşmazlık konusu değildir. Nitekim, söz konusu müdahalenin - mevcut davada, disiplin soruşturması ve bunun sonucunda ortaya çıkan disiplin cezasının - yasal bir dayanağı olduğu, yani 2802 sayılı Kanun’un 68.maddesinin 2 fıkrasının a bendinin bulunduğuna itiraz edilmemiştir.
Söz konusu yasal kuralın erişilebilirlik ve öngörülebilirlik gerekliliklerini de karşılayıp karşılamadığı henüz kesinleşmemiştir. Mahkeme, iç hukukun gerektirdiği -hiçbir durumda her olasılığı sağlayamayacak olan- kesinlik düzeyinin önemli ölçüde söz konusu belgenin içeriğine, kapsayacak şekilde tasarlandığı alan ve hitap ettiği kişilerin sayısına ve durumuna bağlı olduğunu yinelemektedir. Dahası, iç hukuku yorumlamak ve uygulamak öncelikle ulusal makamların görevidir (bakınız Vogt, yukarıda anılan, § 48).
84. Mevcut davada, Mahkeme başlangıçta 2802 sayılı Kanun’un 68.maddesinin 2.fıkrasının a bendinde kullanılan “onur” ve “mesleğin şerefi” ve “onur ve kişisel itibar” gibi terimler geneldir ve çoklu yorumlara izin verdiğini gözlemlemektedir. Ayrıca, Hükümet’in, söz konusu maddede bahsedilen kavramların tanımlarına ilişkin olarak HSYK'nın herhangi bir içtihadına atıfta bulunmadığı da belirtilmelidir. Ne var ki, yargı mensuplarının davranışlarına ilişkin kurallarla ilgili olarak, kanuni kesinliğin değerlendirilmesinde makul bir yaklaşım izlenmelidir (bakınız, kıyasen, Oleksandr Volkov, yukarıda anılan, § 178). Buna göre, Mahkeme, itiraz edilen müdahalenin kanunen öngörüldüğü varsayımını sürdürmeye hazırdır.
(iii) Meşru bir amaç olup olmadığı
85. Mahkeme, mevcut davada, Hükümetin soruşturmayı ve müteakip yaptırımı esas olarak hakimler ve savcılar için bağlayıcı olan ihtiyat ve takdir yetkisi ile gerekçelendirdiğini gözlemlemektedir.
Belirli sayıda Taraf Devlet, devlet memuru veya hâkim ve savcılara bir takdir yetkisi yüklemektedir. Mevcut davada, hâkim ve savcılara yüklenen yetki, bağımsızlıklarını ve kararlarının otoritesini koruma ihtiyacından kaynaklanmıştır. Mahkeme, bu nedenle, sonuçta ortaya çıkan müdahalenin, Sözleşme tarafından meşru olarak kabul edilen amaçlardan en az birini, yani yargının otoritesini ve tarafsızlığını korumayı gerçekleştirmeye çalıştığını tespit etmektedir.
(iv) Müdahalenin "demokratik bir toplumda gerekli" olup olmadığı
86. Başvurucunun eylemlerine cevaben yerel makamlar tarafından alınan tedbirin "acil bir toplumsal ihtiyacı" karşılayıp karşılamadığını ve "güdülen meşru amaçla orantılı" olup olmadığını değerlendirmek için, Mahkeme davaya bir bütün olarak bakmalıdır. Başvurucunun sahip olduğu göreve - söz konusu zamanda bir savcı ve daha sonra hakim olan-, ifadelerine ve söz konusu tedbire götüren karar alma süreciyle birlikte bunların yapıldığı bağlama özel bir önem verecektir.
(α) Başvurucunun bulunduğu makam
87.Mahkeme, söz konusu tarihte başvurucunun Yargıtay'a bağlı savcılığın bir üyesi olduğunu gözlemlemektedir. Başvurucunun yerel hukuk sisteminde sahip olduğu bu özel statünün, ona adaletin idaresinde yargı mesleklerinde merkezi bir rol verdiğine şüphe yoktur. Bu rol, adalet sisteminin düzgün işleyişine ve dolayısıyla halkın bu sisteme olan güvenine katkısı yoluyla bireysel özgürlüklerin ve hukukun üstünlüğünün garantörü olarak hareket etme görevini kendisine yüklemiştir (bakınız Kayasu v. Türkiye, no. 64119 / 00 ve 76292/01, § 91, 13 Kasım 2008).
88. Ayrıca, başvurucunun aynı zamanda hakimlik mesleğinin mensuplarının çıkarlarını ve hukukun üstünlüğü ilkesini savunan Yarsav derneğinin de başkanı olduğu unutulmamalıdır. HSYK önündeki soruşturmada, başvurucunun bu derneğin başkanı sıfatıyla ihtilaflı ifadelerde bulunduğunu açıkladığına dikkat edilmelidir. Bu bağlamda Mahkeme, bir STK'nın dikkatleri kamuyu ilgilendiren konulara çektiğinde, basınınkine benzer öneme sahip bir kamu gözlemsici rolü oynadığını kabul etmiştir (bakınız Animal Defenders International, yukarıda anılan, § 103) ve Sözleşme kapsamında basına sağlanan benzer korumayı garanti eden sosyal bir "gözlemci" olarak nitelendirilmiştir (a.g.; ve bakınız Magyar Helsinki Bizottság v. Macaristan [BD], no. 18030/11, § 166, 8 Kasım 2016). Mahkeme, sivil toplumun, kamu işlerinin tartışılmasına önemli bir katkı sağladığını kabul etmiştir (bakınız, örneğin, Steel ve Morris, yukarıda anılan, § 89 ve Magyar Helsinki Bizottság, yukarıda anılan, § 166). Sonuç olarak, başvurucu, bu yasal olarak kurulmuş adalet sisteminin işleyişine ilişkin sorular hakkında fikir beyan etmeye, faaliyetlerine serbestçe katılmaya devam eden derneğin başkanı olarak sadece hakka sahip değildir aynı zamanda sorumluluğu da vardır. Yukarıda belirtildiği gibi (bakınız paragraf 123), bu tür meselelerin siyasi çıkarımları olsa bile, bu kendi başına bir yargıcın konu hakkında açıklama yapmasını engellemek için yeterli değildir (bakınız Baka, yukarıda anılan § 165).
89. Buna göre Mahkeme, ilk olarak, başvurucunun hakim/savcı olarak görevinin doğasında bulunan takdir yetkisine bağlı olduğunu ve ikinci olarak, hâkimler ve savcılar derneğinin başkanı olarak sivil toplumda bir paydaş olarak rolü olduğunu gözlemlemektedir. Dolayısıyla rolü ve görevleri arasında mahkemeler ve yargı bağımsızlığı üzerinde etkisi olması muhtemel olan yasal reformlara ilişkin görüşlerini ifade etmek de vardır. Bu bağlamda Mahkeme her bir yargıcın yargı bağımsızlığını geliştirmek ve korumaktan sorumlu olduğunu ve hâkimlere ve mahkemelere danışılması ve meslekleriyle ve daha genel olarak adalet sisteminin işleyişiyle ilgili mevzuatın hazırlanmasında yer alması gerektiğini (bakınız yukarıda 45. paragraf ve ilgili uluslararası belgelerle ilgili olarak yukarıda anılan Baka, §§72-73 ve 82-86) belirten Avrupa Konseyi belgelerine atıfta bulunmaktadır
(β) Rahatsız edici ifadelerin içeriği
90. Mahkeme, başvurucunun farklı konularda çeşitli vesilelerle bir dizi açıklamada bulunduğunu not etmektedir. Prensip olarak, yargı mensuplarının tarafsız yargıçlar olarak imajlarını korumak için ilgilendikleri davalarda azami takdir yetkisi kullanmaları gerektiğini yinelemektedir. Bu sağduyu, kışkırtılsalar bile, onları basını kullanmaktan caydırmalıdır. Bu görevi yükleyen, adaletin ileri talepleri ve yargı makamının yüksek niteliğidir (bakınız Poyraz v. Türkiye, no. 15966/06, § 69, 7 Aralık 2010). Hâkimler ayrıca meslektaşları, özellikle de diğer hâkimler hakkında eleştirilerini ifade ederken ihtiyatlı davranmalıdır (bakınız Di Giovanni, yukarıda anılan, §§ 80-83 ve Simić v. Bosna Hersek (dec.), no. 75255/10, 15 Kasım 2016).
91. Mevcut davada HSYK, başvurucuya esas olarak 19 Temmuz 2011 tarihli kararının farklı noktalarında değinilen üç dizi ifade için disiplin cezası uygulamaya karar vermiştir. Mevcut davanın amaçları doğrultusunda, Mahkeme bu ifadeleri ayrı ayrı inceleyecektir. Ancak, Hükümet, gözlemlerinde bunlara atıfta bulunmasına rağmen (bakınız yukarıda paragraf 117), 3.maddenin h bendinde atıfta bulunulanları (başvurucunun Yargıtay eski savcısı S.K.'ya yaptığı ziyaretle ilgili olarak) dikkate almayacaktır, çünkü HSYK Genel Kurulu tarafından bu iddialar reddedilmiştir (bakınız yukarıda 18. paragraf).
‒ İlk açıklama dizisi
92. Mahkeme, ilk ifadelerin esas olarak "Ergenekon" olarak bilinen örgüt aleyhine yürütülen ceza soruşturması sırasında alınan bazı tedbirlere yönelik eleştirilerden oluştuğunu gözlemlemektedir. Başvurucunun özellikle bu tedbirlerin nasıl uygulandığını sorguladığı, söz konusu ifadelerden anlaşılmaktadır. Başvurucu, günlük bir gazeteyi ziyareti sırasında, gazetecilerden birinin ifadesinin alınış şeklini de eleştirmiştir (2 (c)). Bir televizyon programında yaptığı açıklamalarda, 91 yaşındaki bir kişinin olayına atıfta bulunarak, polis nezaretinde gözaltında tutulmanın yasal şartlarına işaret etmiş ve devam eden bir dava hakkında siyasetçiler tarafından yapılan açıklamaları eleştirmiştir (2 (d)). Benzer şekilde, 23 Mart 2008 tarihli ifadesinde (2 (e)), yaşlı ve hasta bir gazetecinin gece yarısı gözaltında tutulmasını eleştirmenin yanı sıra aynı zamanda devam eden bir dava üzerinde siyasetçiler tarafından uygulandığını iddia ettiği baskıyı da kınamıştır. Son olarak, bir miting ve bir panel sırasında yaptığı iki açıklama, daha çok yürütmeye bir uyarı ve yargının bağımsızlığının savunması olarak görülebilmelidir.
93. Mahkeme, başlangıçta, başvurucunun eleştirilerinin kamuoyunca iyi bilinen bir davada ceza soruşturması sırasında alınan önleyici tedbirlere yönelik olduğunu ve bu tür ceza yargılamalarına yönelik olmadığını kaydetmektedir. Başvurucu tarafından eleştirilen tedbirlerin gerçekliği, Hükümet tarafından tartışılmamıştır. Sonuç olarak, bu eleştiriler olgusal bir temele sahiptir ve bu nedenle, belirli bağlamda, başvurucunun ifadelerinde belirttiği görüşlerden ayrılmaz olan olgunun bulguları olarak görülmelidir. Yargıtay'a bağlı cumhuriyet savcılığının bir üyesi olduğunu ve savcı olarak görev yaptığını belirtmek önemlidir. Mahkeme, yargısal meslekler içindeki yüksek rütbeli statüsünü göz önünde bulundurarak, böyle bir pozisyondaki kişilerin ifade özgürlüğü hakkı söz konusu olduğunda 10 § 2 maddesinde atıfta bulunulan "görev ve sorumluluklar" özel bir önem taşımaktadır, çünkü yargı organında görev yapan kamu görevlilerinin, yargının otoritesi ve tarafsızlığının sorgulanabileceği tüm davalarda ifade özgürlüklerini kullanırken ihtiyatlı davranmaları beklenebilmektedir (bakınız Wille v. Liechtenstein [BD] , no. 28396/95, § 64, ECHR 1999-VII). Mahkeme, yargı mensuplarının takdir yetkisinin, gerçek bilgilerin bile doğru ve güvenilir bir şekilde ifşa edilmesini gerektirdiğini yinelemektedir (bakınız Guja, yukarıda anılan § 75 ve Wille, yukarıda anılan, §§ 64 ve 67). Buna göre, başvurucu tarafından gerçeklere dayalı olarak ifade edilen görüşlerin yine de hâkim/savcı statüsüne göre haddinden fazla olup olmadığı incelenmelidir.
94. Mahkeme, başvurucunun kamuoyu tarafından iyi bilinen derdest bir ceza davasını alenen eleştirdiğini gözlemlemektedir. Kabul edilmelidir ki, başvurucu ifadeleri aracılığıyla, bazı soruşturma tedbirlerinin uygulanmasına ilişkin endişe verici bir durum hakkında yorum yapmaktadır. Ayrıca, yargının hükümetin baskısı altında olduğunu ileri sürmüştür (bakınız Kayasu, yukarıda anılan § 101). Kuşkusuz bu, demokratik bir toplumda özgürce tartışmaya açık olması gereken çok önemli bir kamu menfaati meselesidir (karşılaştırınız Kudeshkina, yukarıda anılan, § 94). Ayrıca Mahkeme, başvurucunun eyleminden kişisel çıkar elde etme arzusu içinde olduğu, kişisel bir şikayeti olduğu veya başka herhangi bir gizli gündem tarafından motive edildiğine inanmak için hiçbir neden görmemektedir. Bu nedenle, başvurucunun yorumlarının gerçekten de gösterdiği niyetlerden kaynaklandığı ve iyiniyetle hareket ettiği kabul edilebilir. Bununla birlikte, Mahkeme, başvurucunun soruşturmanın veya söz konusu kovuşturmanın yürütülmesinde herhangi bir rol oynamadığını önemli bulsa da, sözlerinin devam eden bir davanın yargısal olarak ele alınmasına yönelik eleştirilerden de oluştuğu akılda tutulmalıdır. Bu açıdan bakıldığında ve yargı mensuplarının takdir yetkisinden kaynaklanan ilkeleri dikkate alarak (bakınız yukarıdaki 120-21. paragraflar) Mahkeme ayrıca, Hükümet tarafından, başvurucunun ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelere, bu beyan dizileriyle ilgili değerlendirilebileceği nedenlere ağırlık vermektedir.
‒ İkinci açıklama dizisi
95. İkinci dizi ifadelere gelince, başvurucu tarafından Ermeni asıllı bir Türk gazeteciye karşı açılan ceza yargılamalarının çeşitli yönlerine ilişkin yapılan açıklamalarla ilgilidir (2007 yılında öldürülen Sayın Dink; bakınız Dink v. Türkiye, no. 2668/07 ve diğer 4’ü, 14 Eylül 2010). Başvurucu, bu ifadelerde, Yargıtay Cumhuriyet savcısı sıfatıyla gazetecinin itham edildiği suçun işlenmediğini düşündüğünü belirterek Ceza Kanunun 301. maddesinin lafzını ve yukarıda belirtilen davanın yerel mahkemelerce ele alınış şeklini eleştirmiştir (3 (c-e)).
96. Mahkeme, HSYK tarafından bu ifadelerin tarafsızlık yükümlülüğünün ihlali olarak değerlendirildiğini gözlemlemektedir. Ancak, başvurucunun sözlerinin daha önce karara bağlanmış bir davayla ilgili olduğuna dikkat edilmelidir. Başvurucu, gerçekten de Ceza Kanunun 301.maddesini ve yerel mahkemelerin bu hüküm kapsamındaki ceza yargılamalarına ilişkin tutumunu açıkça eleştirmiştir. Ancak, bu hükme ilişkin davaların Mahkeme tarafından ihlal tespitlerine yol açtığı belirtilmelidir (bakınız Dink, yukarıda anılan ve Altuğ Taner Akçam v. Türkiye, no. 27520/07, 25 Ekim 2011). Altuğ Taner Akçam kararında (yukarıda anılan, § 95), Mahkeme’nin, diğerlerinin yanı sıra, Ceza Kanunun 301. maddesinin, kabul edilemez koşullarının çok geniş olması nedeniyle sonuçlarının öngörülemezliğine yol açtığı gerekçesiyle “hukukun kalitesi” şartını karşılamadığına karar verdiğine dikkat edilmelidir. Mahkeme, bu nedenle, söz konusu eleştirilerin, başvurucunun mesleğinin haysiyetini zedeleyen bir eylem veya ifade olarak nasıl değerlendirilebileceğini anlamamaktadır.
97. Mevcut dava, adaletin idaresine halkın güveninin ve bu güveni yıkıcı saldırılardan koruma ihtiyacının tehlikede olduğu diğer davalardan da farklıdır (bakınız Di Giovanni, yukarıda anılan § 81 ve Kudeshkina, yukarıda anılan § 86). Hükümet, yargının otoritesini ve tarafsızlığını koruma ihtiyacına dayanmıştır, ancak başvurucu tarafından alenen ifade edilen görüş ve ifadeler, ne adalet sisteminin diğer üyelerine yönelik saldırılar (karşılaştırın Di Giovanni ve Poyraz, yukarıda anılan) ne de devam eden bir davanın yargısal olarak ele alınmasına yönelik eleştiriler içermektedir (Kudeshkina, yukarıda anılan § 94).
98. Mahkeme, aksine, başvurucunun ifade özgürlüğünü etkileyen bir hükme ilişkin görüş ve eleştirilerini ifade ettiğini kaydetmektedir. Böylece, beyanlarının açıkça genel ilgi alanlarına ilişkin bir tartışmanın parçası olduğu görüşündedir. Başvurucunun ifade özgürlüğünün yüksek düzeyde bir korumaya sahip olması gerektiği ve bu özgürlüğün kullanılmasına yönelik herhangi bir müdahalenin, davalı Devletin yetkililerine yalnızca dar bir takdir marjı verilerek sıkı bir şekilde incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır (bakınız, kıyasen, Previti v. İtalya (dec.), no. 45291/06, § 253, 8 Aralık 2009).
‒ Üçüncü açıklama dizisi
99. Üçüncü açıklama dizisine ilişkin olarak, Mahkeme, bunların bazı güncel konuları ele aldıklarını gözlemlemektedir. Daha spesifik olarak, Cumhurbaşkanının uluslararası kuruluşlar karşısındaki tutumunu; zorunlu din eğitimine ilişkin yargı kararları hakkında Diyanet İşleri Başkanı'nın beyanlarını; anayasa reformunu (başvurucu, görevlerini yerine getirirken öldürülen hakim ve savcıların adlarını aktarmıştır); ve seçim döneminde Adalet Bakanlığına eski sekreterin Adalet Bakanı olarak atanmasını eleştirmişlerdir. Bu ifadelerde Cumhurbaşkanı'nın eşinin İslami başörtüsü takması, kuvvetler ayrılığının önemi ve laiklik ilkesi, politikacıların mahkemelere ve genel olarak adalet sistemine yönelik konuşmaları (4 (a) (i- viii)) konusunda da görüşler yer almıştır.
100. Mahkeme, bu bir dizi ifadenin yalnızca yargısal mesleklerle değil, aynı zamanda başvurucunun başkanlık yaptığı derneğin amacı ile de bağdaşmadığına dikkat çekmektedir.
101. Mahkeme, söz konusu ifadelerden bazılarının - Diyanet İşleri Başkanının zorunlu din eğitimine ilişkin yargı kararlarına ilişkin açıklamalarına yönelik eleştirisi, anayasa reformu eleştirisi, eski sekreterin seçim döneminde Adalet Bakanlığına atanmasına yönelik eleştirisi, kuvvetler ayrılığı ve laiklik ilkesinin önemini hatırlatması ve politikacıların mahkemelere ve genel olarak adalet sistemine yönelik konuşmaları hakkındaki tutumu - büyük ölçüde adalet sistemiyle ilgili meselelerle ilgili olduğunu gözlemlemektedir. Bu bağlamda, Mahkeme, yukarıda ifade ettiği mülahazaları, yani bu ifadelerin açıkça genel ilgi alanlarına ilişkin bir tartışmayı ilgilendirdiğini ve başvurucunun ifade özgürlüğünün yüksek düzeyde korunmasını gerektirdiğini tekrar edecektir.
102. Kuşkusuz, bu ifadelerden bazıları adalet sistemiyle ilgili sorularla doğrudan ilgili olmayan güncel konularla ilgilidir. Bu bağlamda, önemli toplumsal konulardaki kamusal tartışmalara katılımları göz ardı edilemese de, yargı mensupları en azından bağımsızlıklarından ödün verecek ve tarafsızlık imajını zayıflatacak nitelikte siyasi açıklamalar yapmaktan kaçınmalarının önemli olduğu vurgulanmalıdır. Durum böyleyken, Mahkeme, mevcut davada, HSYK'nın esasa ilişkin kararında, başvurucunun doğrudan yargı sistemiyle ilgili olan ifadeleri ile farklı konulara ilişkin ifadeler arasında hiçbir ayrım yapmadığını gözlemlemektedir. Ayrıca, başvurucunun bir hakimler ve savcılar derneğinin başkanı sıfatıyla da konuştuğu gerçeğinin hesaba katılması gerektiği görüşündedir. Yargısal meslek mensuplarının siyasi açıklamaları çekincelere neden olabilse de 19 Temmuz 2011 tarihli kararında HSYK’nın söz konusu siyasi ifadelerin "mesleğin haysiyetini ve şerefini" zayıflatacak ve başvurucunun "haysiyetini ve kişisel itibarını" kaybetmesine nasıl neden olacağını açıklamadığı not edilmelidir. Aslında söz konusu ifadelerin sadece bir kısmı doğrudan adalet sistemiyle ilgili değildir ve bu ifadeler politikacılara veya diğer yargı çalışanlarına yönelik herhangi bir nedensiz saldırı içermemektedir. Mahkeme, HSYK'nın kararında, başvurucunun ifadeleriyle yargısal mesleklerin haysiyetini ve onurunu zayıflattığı sonucunu haklı çıkarmak için yeterli gerekçe bulamamaktadır (aksine Simić v. Bosna Hersek (dec.), no. 25255/10, § § 35-36, 15 Kasım 2016).
(γ) Usuleilişkingüvencelerinolupolmadığı
103. Mahkeme, söz konusu disiplin cezasının, davalı Devletin adalet sisteminin olağan mahkemelerinden biri tarafından incelenmediğine ilişkin Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamındaki sonucuna geri dönecektir (bakınız yukarıda 105. paragraf). Anayasa'nın 159. maddesinden hâkim ve savcılara uygulanan disiplin cezalarının, meslekten ihraç cezası dışında yargı denetimine tabi olmadığı görülmektedir.
104. Demokratik bir devlette mahkemelerin rolünün hukukun üstünlüğünün varlığını güvence altına almak olduğu vurgulanmalıdır. Bir hâkim aleyhine disiplin soruşturması açıldığında, halkın adalet sisteminin işleyişine olan güveni söz konusudur. Mahkeme, disiplin soruşturması ile karşı karşıya kalan herhangi bir hakim ve savcıya keyfiliğe karşı koruma sağlanması gerektiği görüşündedir. İlgili kişi, önlemin hukuka uygunluğunu belirlemek ve yetkililer tarafından olası bir suistimali kınamak için, söz konusu tedbirin, ilgili tüm gerçek ve hukuki soruları gözden geçirmeye yetkili bağımsız ve tarafsız bir organ tarafından özellikle incelenmesini sağlayabilmelidir. Bu inceleme kurumundan önce, ilgili kişinin görüşlerini sunmak ve yetkililerin iddialarına karşı koymak için çekişmeli yargılamadan yararlanabilmesi gerekmektedir (bakınız yukarıdaki 124. paragraf ve ilgili ilkelerin bir özeti için, Ramos Nunes de Carvalho e Sá, yukarıda anılan §§ 176-86).
105. Ek olarak, mevcut davada HSYK'nın, Sözleşme'nin 10. maddesinin korumasına güvenen başvurucunun iddialarına değinmeden karar verdiği gözlemlenmelidir. Bu bağlamda, mevcut davada Hükümet'in yargı mensuplarının takdir yetkisine ilişkin mülahazaları ilgili bulunsa da, Mahkeme, HSYK'nın, başvurucunun ifade özgürlüğü hakkını uygun bir şekilde ve yukarıda belirtilen ilgili kriterler ile tartamadığını gözlemlemektedir. Bu koşullarda Mahkeme, uyuşmazlık konusu tedbiri haklı çıkarmak için mevcut davada yeterli gerekçelerin ileri sürüldüğüne ikna olmamıştır. Dahası, aynı eksiklikler ve herhangi bir yargısal incelemenin bulunmaması, Mahkeme’nin, yerel makamların söz konusu çeşitli menfaatlerin tartılmasına ilişkin içtihatlarında yerleşik normları uygulayıp uygulamadıkları sorusuna ilişkin Avrupa incelemesini etkin bir şekilde gerçekleştirmesini engellemektedir.
(δ) Sonuç
106. Yukarıda verilen mülahazalar ışığında Mahkeme, Hükümet'in yargı mensuplarının takdir hakkına ilişkin beyanlarının, özellikle söz konusu birinci ve üçüncü dizi beyanlarla ilgili olduğu sonucuna varmıştır. Bununla birlikte, özellikle mevcut davada izlenen karar verme sürecinin son derece kusurlu olduğu ve başvurucunun bir yargı mensubu ve bir hakimler ve savcılar derneğinin başkanı olarak statüsü için vazgeçilmez olan güvenceleri karşılamadığı gerçeği göz önünde bulundurulduğunda Mahkeme, Sözleşme'nin 10. maddesi uyarınca başvurucunun ifade özgürlüğü hakkına getirilen ihtilaflı kısıtlamalara, istismara karşı etkili ve yeterli güvencelerin eşlik etmediğini düşünmektedir (bakınız, benzer şekilde, Baka, yukarıda anılan § 174).
107. Yukarıdakileri dikkate alan Mahkeme, Sözleşme'nin 10. maddesinin ihlal edildiğini tespit etmektedir.
IV. SÖZLEŞME'NİN 8. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
108. Başvurucu, telefon dinleme yoluyla elde edilen kayıtların imha edilmemesinin yasa dışı olduğunu iddia etmiştir. Söz konusu kayıtların dosyada tutulduğunu ve yalnızca nüshalarının imha edildiğini ileri sürmüştür. Bu şikayete ek olarak, bu kayıtların basına sızdırıldığını ve bir yaptırım uygulanmasının ardından, yargı mensubu olarak statüsüne ilişkin teminatlara veya ailesinin ihtiyaçlarına saygı gösterilmeksizin Ankara dışına nakledildiğini iddia etmiştir. Sözleşme'nin 8. maddesine dayanmıştır:
“1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
2. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.”
109. Hükümet, başvurucunun Sözleşme'nin 8. maddesi uyarınca yaptığı şikayetin özünün, disiplin soruşturması bağlamında ceza soruşturması sırasında kayda alınan telefon görüşmelerinin kayıtlarının kullanılması nedeniyle özel hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olduğunu ileri sürmüştür. İlk olarak, başvurucunun Sözleşme'nin 34. maddesi anlamında mağdur statüsüne sahip olmadığını ileri sürmüştür. Bu bağlamda, şu noktalara değinmişlerdir: HSYK İkinci Dairesi, 19 Temmuz 2011 tarihli kararını, diğer delillerin yanı sıra, telefon görüşmelerinin kayıtlarına dayandırmış olsa bile, HSYK Genel Kurulu, itiraz başvurusunun ardından başvurucu aleyhindeki suçlamaları yeniden incelemiştir; telefon görüşmelerinin içeriğinin disiplin cezası uygulanmasını haklı gösterecek nitelikte ve ağırlıkta olmadığına ve sonuç olarak, söz konusu dinleme deliline dayanan herhangi bir eylemle ilgili olarak başvurucuya yaptırım uygulanmamasına karar vermiştir. Hükümet, ikinci olarak, başvurucunun iç hukuk yollarını tüketmediğini ileri sürmüştür. Başvurucu, söz konusu telefon dinleme sonucunda uğradığı iddia edilen zararla ilgili olarak tazminat davası açabilirdi.
110. Başvurucu, bu hususlar hakkında yorum yapmamıştır.
111. Mahkeme, başvurucunun telefon görüşmelerinin dinlenmesi veya bu tür konularda geçerli mevzuat hakkında şikayette bulunmadığını belirterek başlamaktadır. Başvurucunun, telefon dinleme yoluyla elde edilen kayıtların hukuka aykırı kullanımı ve bu tedbirin sonuçları nedeniyle disiplin cezası verildiğinden şikayetçi olduğu şeklinde anlaşılabileceği ölçüde, HSYK Genel Kurulu tarafından alınan 6 Haziran 2012 tarihli karardan, bu kayıtların kendisine disiplin cezası uygulanmasına yol açmadığı görülmektedir (yukarıda 18. paragraf). Ayrıca, başvurucunun bu kayıtların basına sızdırıldığı iddiasıyla ilgili olarak, Mahkeme, başvurucunun bu şikayeti destekleyecek herhangi bir kanıt sunmadığını gözlemlemektedir. Aynı durum, yaptırımın iddia edilen sonuçları için de geçerlidir. Bununla birlikte, Mahkeme, davanın koşullarında, aşağıdaki gerekçelerle şikayetin bu kısmına değinmenin gereksiz olduğu kanaatindedir.
112. Mahkeme, başvurucunun başvuru formunda belirtildiği şekliyle Sözleşme'nin 8. maddesi uyarınca yaptığı şikayetin oldukça açık uçlu olduğunu kaydetmektedir. Nitekim, telefon dinleme yoluyla elde edilen kayıtların imha edilmemesinin yasa dışı olduğunu da iddia etmiştir. Mahkeme, başvurunun kabul edilebilirliği ve esasına ilişkin görüşlerinde, Hükümet’in, “başvurucunun şikayetinin özünün, telefon görüşmelerinin kayıtlarının idari soruşturmada kullanılmış olmasının [cezai soruşturma sırasında elde edilmiş olması] nedeniyle [özel hayatına saygı hakkının] iddia edilen bir ihlaliyle ilgili olduğunu belirtmiştir. ” ifadesini not etmektedir.
113. "Şikayet" kavramına ilişkin içtihadında geliştirilen kriterler ışığında (bakınız Radomilja ve diğerleri v. Hırvatistan ([BD], no. 37685/10 ve 22768/12, §§ 110-27, 20 Mart 2018), Mahkeme, başvurucunun şikayetinin, ceza soruşturması sırasında elde ettiği telefon görüşmelerinin kayıtlarının toplanma amacı dışında kullanılmasıyla ilgili olduğunu kabul etmeye hazırdır. Bunu yaparken, sadece bu şikayetin başvuru formunda sunulma şeklini ve şikayet edilen olayları (a.g., § 120) değil, aynı zamanda Hükümet tarafından bu şikayete verilen nitelendirmeyi de dikkate almaktadır.
114. Bu nedenle, başvurucunun, disiplin soruşturması bağlamında, ceza soruşturması sırasında elde edilen telefon görüşmelerinin kayıtlarının kullanılması konusunda şikayette bulunduğu anlaşılabildiği ölçüde, Mahkeme, mevcut davanın Karabeyoğlu davasına benzer olduğunu düşünmektedir (yukarıda anılan). Bu durumda, Hükümet tarafından ileri sürülen tazminat sistemine ilişkin olarak, iç hukuk yollarının tüketilmemesine ilişkin benzer bir ön itirazı reddetmiştir (a.g., § 60) ve başvurucunun telefonunun dinlenmesinin, Sözleşme'nin 8§2 maddesi anlamında bir kamu makamı tarafından müdahale teşkil ettiği sonucuna varmıştır (a.g., § 76). Sonuç olarak, Hükümet'in, başvurucunun iç hukuk yollarını tüketmediği ve mağdur statüsünden yoksun olduğu yönündeki itirazlarını reddetmektedir. Şikayetin bu kısmının, Sözleşme'nin 35 § 3 maddesi anlamında açıkça dayanaktan yoksun olmadığını ve başka hiçbir gerekçeyle kabul edilemez olmadığını belirtmektedir. Bu nedenle kabul edilebilir ilan edilmelidir.
115. Bu şikayetin esasına ilişkin olarak Mahkeme, yukarıda anılan Karabeyoğlu davasında da, telefon görüşmelerinin ceza yargılamalarında ele geçirilerek elde edilen materyalin disiplin soruşturması amacıyla kullanıldığı ve söz konusu müdahalenin Sözleşme'nin 8 § 2 maddesi anlamında "hukuka uygun" olmadığı görüşüyle Sözleşme'nin 8. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (a.g., § 119). Mevcut davayı yukarıda belirtilen içtihadında belirtilen ilkeler ışığında değerlendiren Mahkeme, Hükümetin başka herhangi bir sonuca yol açacak herhangi bir olgusal unsur veya argüman sunmadığını tespit etmiştir. Nitekim mevcut davada, 31 Aralık 2009 tarihli bir mektuba göre, Soruşturmadan sorumlu İstanbul Cumhuriyet Savcısı başvurucuya, soruşturmanın durdurulmasına ve teknik takip sırasında toplanan materyalin imha edilmesine ilişkin bir bilgi notu göndermiştir (bakınız, yukarıda 32. paragraf), bu verileri başvurucu aleyhine yürütülen disiplin soruşturması kapsamında kullanan müfettişlerin elinde şüphesiz bir nüshası kalmıştır. Karabeyoğlu davasında belirtildiği gibi (yukarıda anılan, § 117), bu verilerin toplandıkları amaç dışında kullanılması iç mevzuata uygun değildir.
Mahkeme, bu nedenle, bir disiplin soruşturması bağlamında, başvurucunun telefon görüşmelerinin kayıtlarının kullanılmasıyla ilgili olarak Sözleşme'nin 8. maddesinin ihlal edildiğini tespit etmiştir.
V. DİĞER ŞİKAYETLER
116. 13.madde uyarınca, başvurucu, disiplin prosedürünün yargısal denetiminin olmamasından şikayetçi olmuştur.
Son olarak, Sözleşme'nin 14. maddesine dayanarak, yargıçlar ve savcılar derneği olan Yarsav'ın başkanı olarak görev yaptığı sırada ceza soruşturması ve disiplin soruşturmasının yürütüldüğünden şikayetçi olmuştur.
Mahkeme, başvurucunun bu maddeler kapsamında yapılan iddialarını reddetmiştir.
BU NEDENLERDEN DOLAYI MAHKEME, SONUÇ OLARAK, OYBİRLİĞİYLE,
Sözleşme’nin 6 § 1 maddesi bağlamında adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine,
Sözleşme’nin 8.maddesi bağlamında özel hayata ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkının ihlal edildiğine,
Sözleşme’nin 10.maddesi bağlamında ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine,
Başvurucunun herhangi bir tazminat talebi olmaması nedeniyle adil tazminata hükmedilmemesine karar vermiştir.