Kamuoyuna Duyuru
5 Ekim 2018 akşamı İstanbul Barosu’na bağlı bir avukatın duruşma sırasındaki söz ve davranışlarından dolayı tutuklandığını, 12 saat sonra da salıverildiğini üzüntü ve kaygıyla öğrendik. Bu kararlar, hem saikleri hem de gerekçeleri nedeniyle Türk yargı sisteminin yeniden sorgulanmasına ve iyileştirilme gerekliliğine olan inaçları arttırmıştır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki; savunma makamı, yargılama ve iddia makamları gibi yargılama etkinliğinin (sine qua non) olmazsa olmazıdır. Silahların eşitliği ilkesi uyarınca yargılama makamı, yargılama düzenini bozucu davranışlarda bulunulması dışında savunmaya müdahale edemez. Savunma makamında yer alan avukattan da savunma dokunulmazlığını kötüye kullanarak, yargılama ve iddia makamlarını tahkir etmekten ve duruşma düzenini yargılama geleneğine aykırı olarak bozacak davranışlardan kaçınması beklenir. Bu durum, 28 Ekim 1988 tarihinde yapılan Avrupa Baroları ve Hukuk Birlikleri Konseyi (CCBE) Genel Kurul Toplantısında kabul edilen Avrupa’da Avukatların Tabi Olduğu Meslek Kurallarında;
- Mahkeme veya bir heyet önünde dava takip eden veya duruşmaya çıkan avukat, o mahkeme veya heyetin daha önce belirlenen meslek kurallarına uymalıdır. (4.1)
- Bir avukat, mahkemeye karşı gerekli saygı ve nezaketi gösterirken, müvekkilinin çıkarlarını; kendi çıkarlarını ve kendisi veya üçüncü şahıslar bakımından ortaya çıkabilecek sonuçlarını düşünmeksizin, onurlu ve korkusuz bir biçimde savunacaktır. (4.3) şeklinde ifade edilmiştir.
Yine Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları’nda avukat-mahkeme ilişkileri;
- Avukat, mesleğin itibarını zedeleyecek her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak zorundadır. Avukat, özel yaşantısında da buna özenmekle yükümlüdür. (4)
- Avukat, yazarken de, konuşurken de düşüncelerini olgun ve objektif bir biçimde açıklamalıdır. Mesleki çalışmasında avukat, hukukla ve yasalarla ilgisiz açıklamalardan kaçınmalıdır.(5)
- Avukat, salt ün kazandırmaya yönelen her türlü gereksiz davranıştan titizlikle kaçınmalıdır. (7)
- Hakim ve savcılarla ilişkilerinde, avukat, hizmetin özelliklerinden gelen ölçülere uygun davranmak zorundadır. Bu ilişkilerde karşılıklı saygı esastır.(17)
- Avukat savunma için zorunlu olmadıkça davanın uzaması sonucuna varacak isteklerden kaçınır. (22)
- Hakimin reddi, savcıların ve başkaca adalet görevlilerinin reddi veya şikayet edilmesi konusunda ve genellikle konuşmalarında ve yazılarında avukat, kanunun gerektirdiği gerekçeleri amacı aşmayacak biçimde açıklar.(23) şeklinde formüle edilmiştir.
Avukatlar için geçerli olan bu meslek ilkeleri, elbette yargıçlar için de geçerlidir. Birleşmiş Milletler bünyesinde geliştirilen Bangalore Yargı Etik İlkelerinde bu durum;
- Hâkim, yargısal görevlerini; davaya mesnet olmayan ve görevlerin düzgün bir şekilde icra edilmesinde ehemmiyetsiz olan sebeplerle ayrımcılık yapmaksızın davanın tarafları, tanıklar, avukatlar, mahkeme personeli ve yargı görevini icra eden meslektaşları dâhil herkes için gerekli ilgiyi göstererek yerine getirmelidir. (5.3)
- Hâkim, mahkeme huzurundaki yargılamalarda avukatlardan, yargılama konusuyla hukuki açıdan ilişkili olan ve meşru savunmanın konusu olabilecek olan hususlar hariç olmak kaydıyla, davaya mesnet olmayan sebeplere dayanarak herhangi bir kişi ya da gruba karşı sözleriyle veya davranışlarıyla yanlılık veya önyargı sergilemekten kaçınmalarını talep etmelidir.(5.5)
Avukat ve yargıçlara ilişkin etik ilkeler bunlar olmakla birlikte, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. Maddesinde formüle edilen adil yargılanma hakkı uyarınca da yargılama makamlarının, avukatlara ilişkin yükümlülükleri bulunmaktadır. 27 Ağustos-7 Eylül 1990 tarihleri arasında Havana'da toplanan Suçların Önlenmesine ve Suçların Islahı Üzerine Birleşmiş Milletler Konferansı tarafından kabul edilen "AVUKATLARIN ROLÜNE DAİR TEMEL PRENSİPLER (HAVANA KURALLARI) ile "Avukatlar, bir mahkeme, yargı yeri veya hukuki ya da idari bir makam önünde mesleki nedenlerle bulundukları sırada veya konuyla ilgili yazılı veya sözlü taleplerinde yaptıkları beyanlardan ötürü hukuki ve cezai muafiyetten yararlanır. (20.m)" kuralı kabul edilmiştir.
Yürürlükteki Avukatlık Kanunu’nun 58. Maddesinde göre “Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımı ile aranabilir. Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında avukatın üzeri aranamaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Ceza Muhakemesi Kanununun duruşmanın inzibatına ilişkin hükümleri saklıdır. Şu kadar ki, bu hükümlere göre avukatlar tutuklanamayacağı gibi, haklarında disiplin hapsi veya para cezası da verilemez.
Diğer yandan, yürürlükteki 5271 Sayılı Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu uyarınca, şüphelinin kaçma ve delil karartma şüphesi varsa bile, bunlar somut gerekçelerle gösterilmedikçe ya da orantılı bir tedbir olmadıkça tutuklama kararı verilemez. Bir avukatın hakaret isnadı nedeniyle hangi delilleri saklayabileceği ya da kaçıp kaçmayacağının takdirini kamuoyunun takdirine bırakıyoruz. Mezkür tutuklama kararında yer alan “ters psikoloji yapma, davayı sulandırma, dosyada haklı çıkmaya çalışma…” gibi gerekçeler, Türk yargısının ilk kez tanıştığı, hukuki olmaktan son derece uzak nitelemelerdir. Bu tür gerekçelerle, silahların eşitliği, ceza tedbirinin orantılılığı, demokratik topluma uygunluk, keyfilik yasağı, yargıcın kendi dünya görüşüne ve önyargılarına karşı da bağımsız olması ilkelerine aykırılık teşkil eden kararların tekrarlanmaması en büyük dileğimizdir.
Yukarıda değindiğimiz Bangalore Yargı Etik İlkeleri’nin başlıktaki konu ile en ilgili kuralında; “Ehliyet ve liyakat, yargı görevinin gereğince yerine getirilmesinin ön koşullarıdır” denmektedir. Ülkemizde son yıllarda, tutuklama, serbest bırakma, arama, el koyma gibi yurttaşın hukuk güvenliği açısından en önemli kararları vermekle görevli sulh ceza hakimliklerine, son derece kıdemsiz ve liyakat açısından göreceli olarak kıdemli meslektaşlarından geride olan yargıçlar atanmaktadır. Kamuoyunda yapılan tartışmalardan, bu mahkemelere atanan kimi yargıçların, avukatlık yaptıkları sırada parti yöneticisi olmalarının da verdikleri kararların tarafsız olmadığı yolunda bir takım algılara neden olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum, yargıya olan güvenin azalmasındaki başlıca faktörlerden biridir.
Yargıçlar sendikası olarak, HSK, TBB, Barolar, Adalet Bakanlığı, sivil yargı örgütleri ve avukat derneklerini biraraya gelmeye ve ulusalüstu sözleşmeler ve ülkemiz yargı geleneğine uygun yargı etik kodlarının altını bir kere daha çizerek savunmayı, yargıyı ve adalet beklentisi içindeki kamuoyunu rahatlatmaya davet ediyoruz.