DAVA DIŞI ÇÖZÜM YÖNTEMLERİNE İLİŞKİN 7188 SAYILI YASA HAKKINDA KISA BİR İNCELEME
Ülkemizde, gerek Cumhuriyet Başsavcılıklarına kaydı yapılan soruşturmalar, gerekse mahkemelere açılan davalar sayısında uzun yıllardır devam eden ciddi artışlar söz konusudur. Gerçekten de, 2003 yılında Başsavcılıklara gelen dosya sayısı ( önceki yıldan devir ile birlikte) 3.282. 595 iken, %91.5' lik oranda artarak 2012 yılında 6.285.102’ye ulaşmış ve ceza mahkemelerine açılan dava sayısındaki artış ise %12.8 olmuştur. Ceza mahkemelerince bakılan toplam dava sayısı, 2006 yılında 2,709,769, 2011 yılında 3,096,903, 2012 yılında ise 3,180,194’tür. Bu sorun ülkemize mahsus ta değildir. Avrupa çapında da, davaların sadece komplekslik düzeyinde değil, aynı zamanda sayısında da dikkate değer artışlar geçmişten beri vardır. Buna paralel olarak Dünya çapında 82 ayrı ülkede yapılan araştırmalarda, 1980 yılında ortalama olarak her 100.000 kişi’den 2300’ünün suç işlediği tespit edilmişken, 2000 yılında bu sayı ortalama 3000 olmuştur. Benzer şekilde, Hollanda’da 1980 yılında polise kaydı yapılan suç sayısı 705.700, bunlardan savcılık soruşturmasına konu olanların sayısı 210.100 ve mahkemelerce görülen dava sayısı 82.800 iken, 2000 yılında bu sayılar sırasıyla 1.305.600, 187.800 ve 111.200 olmuştur.
Mahkemelerce bakılan dava sayısının artması, davaların uzun sürmesine, yargılamanın kalitesinin düşmesine ve davanın taraflarına yasalar ve uluslararası insan hakları belgelerince tanınan prosedürel garantilerin yerine getirilememesine ve dolayısıyla bir yandan bireylerdeki adalete olan inancın zayıflamasına, diğer yandan da ülkemizin bağlı olduğu insan hakları sözleşmelerinin denetleyici organlarınca verilen ihlal kararlarına neden olmaktadır. Örneğin, 2009 yılında Türkiye, insan hakları ihlallerinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce (AİHM) birinci sırada gösterilerek en kötüsü seçilmiş, yüzde 62’lik pay ile (çoğunlukla “davanın makul sürede bitirilmemesi” gerekçesiyle), adil yargılanma hakkının ihlali mahkumiyet kararlarının çoğunluğunu oluşturmuştur. 2012 yılında Türkiye aleyhine açılan davalarda, AİHM tarafından en az bir maddenin ihlal edildiğine karar verilen dava sayısı 123 iken, bu sayı, benzer nüfusa sahip olan Birleşik Krallık, Almanya ve Fransa yönünden sırasıyla 10, 11 ve 19 olmuştur. Bu derin farklılığın en önemli nedeni, kimi Avrupa ülkelerinde son yıllarda başarı ile uygulanan alternatif çözüm yöntemlerinin ülkemizde çok azının uygulanıyor oluşudur.
Mahkemelerin karşı karşıya kaldıkları ağır iş yükü, zaman yokluğundan kaynaklanan usule yönelik eksiklikler, temyiz süreci de dikkate alındığında, uzayan yargılamalara, adı geçen usuli garantilerin taraflara sağlanamamasına, dolayısıyla bireylerde adaletsizlik hissi oluşmasına ve insan hakları ihlallerine neden olmaktadır. Cezai uyuşmazlıkların sayısının arzu edilen kalitede bir adalet hizmetini imkansız kılması, devletlerin çözüm arayışına gitmelerine ve uluslararası insan hakları organlarınca da bir yandan bu tedbirlerin teşvik edilmesine, diğer taraftan bu tedbirler alınırken adil bir yargılamanın asgari teminatlarının gözetilmesinin tavsiye edilmesine neden olmuştur. Hollanda Yüksek Savcılar Kurulu’nca (YSK) polise yöneltilen talimatla daha önemli suçların daha yoğun bir araştırmaya tabi tutulması, kişiler yönünden fiziki bir zarar veya maddi kayıp oluşturmayan basit suçlarda ise araştırma yapılmayabileceğinin bildirilmesi bunlara bir örnektir. Yazımızda, bu yönde esaslı bir adım olan seri yargılama ve basit yargılama yöntemlerini yargı sistemimize getiren 7188 sayılı Yasa ’nın bazı yönleri kısaca incelenecektir.
Yasa 17.10.2019 tarihinde Parlamento’ca kabul edilmiş ve bu yazının tarihi itibariyle yürürlüğe girmeyi beklemektedir. Yasa’da mahkeme dışı çözüm yöntemleri kapsamında, kamu davasının açılmasının ertelenmesinin kapsamının genişletildiği, seri yargılama usulü ve basit yargılama usulü olarak adlandırılan duruşma yapılmaksızın karar verilmesini amaçlayan iki sistemin kabul edildiği görülmektedir.
Kamu davasının açılmasının ertelenmesi: Yasa öncesi, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 171. maddesi, hükmün uygulanmasını, diğerlerinin yanında, şikayete bağlı ve üst sınırı bir yıla kadar hapis cezasını gerektiren suç olma şartlarına bağlamıştı. Yasa, şikayete bağlı olma şartını kaldırmanın yanı sıra, hükmün kapsamını, “3 yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren suçlar” şeklinde de tarif ederek genişletmiştir. Ne eski, ne yeni metinde para cezasını gerektiren suçlar hariç tutulmamış olmasına karşın, TCK’nin 75. maddesi gereğince salt para cezasını gerektiren suçların ön ödemeye tabi oluşu ile yasa ile getirilen ikinci fıkranın ön ödemeye tabi suçları kapsam dışı bırakması karşısında bu bir eksiklik oluşturmamaktadır.
Yasa ile CMK’nin 171 (2) madde ve fıkrası hükmüne yapılan ekleme ile ön ödemeye tabi suçların kapsam dışı olduğu kabul edilerek, ön ödemede bulunmayan şüpheli hakkında olağan usule göre dava açılması zorunlu kılınmıştır. Öte yandan, aynı fıkra hükmünce, ödenmesi zorunlu olan suçtan zarar görenin uğradığı zararın Cumhuriyet savcısı tarafından tespit edilmesi gerekli kılınmıştır. Yasa’nın ilgili madde gerekçesinde zarar tespit faaliyetinin bir hukuk mahkemesi titizliğiyle değil basit bir inceleme suretiyle yapılacağı açıklanmaktadır. ‘Söz konusu tespit, tarafların beyanı veya sunacakları belgelere, uygun olduğu ölçüde yapılacak araştırmaya ya da nihai olarak gerekmesi halinde bilirkişi incelemesine dayanabilecektir.‘ Yasa ile getirilen CMK’nin 171 (6) madde ve fıkrasında sayılan suçlar erteleme hükmünün kapsamı dışında olacaktır.
Ertelemeye ilişkin karar itiraza tabi olup, CMK'nin 171 (2) madde ve fıkrası hükmünün 173. maddeye yaptığı atıf nedeniyle itirazı inceleyecek makam sulh ceza mahkemesi olacaktır. İnceleme makamı karar vermek bakımından CMK'nin 171 (3) maddesinde sayılan şartların bulunup bulunmadığına bakacaktır.
Ertelememe yönündeki tercih iddianamenin iadesine neden ve itiraza da konu olamayacaktır. Mahkemelerin iş yükünü artırma ve keyfi dava açma olasılığı nedeniyle, teftiş yönetmeliğine, yahut Yasa’nın uygulanmasına yönelik çıkarılacak yönetmeliğe konulacak hükümler, ya da başka tedbirlerle sorunun çözümüne çalışılmalıdır. Yönetmelik kimi suçları ve bu suçlar hakkında erteleme müessesinin uygulanmasını zorunlu kılan kriterler belirleyebilir. Buna ek olarak yeni bir yasal düzenleme ile yönetmelikteki kriterleri karşılamasına rağmen ertelememe yönündeki tercihin iddianamenin iadesi sebebi yapılması önerilebilir. Ancak, özellikle göreceli şartın değerlendirilmesi yönünden savcının takdiri ile hakimin takdiri arasında sıklıkla çelişkiler olacak ve iddianamenin iadesi ve buna itiraz usulleri ile fazlaca zaman kaybedilecektir. Bunun yerine, kamu davasının açılmasının ertelenmesi şartlarının oluştuğu kanaatinde olan hakime kovuşturmaya yer olmadığına karar verme yetkisi tanınması bir çözüm olabilir.
Erteleme kararının göreceli şartının gerçekleşip gerçekleşmediğinin hangi kriterler dikkate alınarak takdir edileceği hususunda, uygulayıcılar ve akademisyenler ile sürekli irtibat halinde olması gereken Adalet Bakanlığı ve Alternatif Çözümler Daire Başkanlığının önerileri doğrultusunda hazırlanacak ilgili yönetmelikte gösterilen ilkeler dikkate alınmalıdır. Bu yönetmelikte gösterilen kimi ilkelerin bağlayıcı olabileceği, bağlayıcılık keyfiyetinin yönetmelikte ilgili ilke yönünden açıkça belirtileceği ve bu durumda bu ilkelere aykırı olarak dava açılması kararı verilmesinin iddianamenin iadesi sebebi olacağı yönünde yasal düzenleme yapılması üzerinde düşünülmelidir. Örneğin, zararı ödeme, sabıkasız olma ve hakkında daha önce HAGB veya kamu davasının ertelenmesi kararı verilmemiş olma özelliklerini kendinde toplayan şüpheli hakkında kamu davası açılmayacağı ve bu ilkenin bağlayıcı olduğu yönünde yönetmelik hükmü hazırlanabilir.
Seri Muhakeme Usulü (SMU): Yasa ile getirilen CMK’nin 250. maddesinin birinci fıkrasında sayılan suçlarla sınırlı olmak üzere SMU’nün uygulanacağı öngörülmüştür. Üçüncü fıkra hükmü gereğince bu usulün uygulanması, şüphelinin müdafii huzurunda kabulüne bağlı olup, kabul bulunduğunda usulün uygulanması zorunludur. Bu zorunluluğa rağmen dava açılması Yasa ile eklenen CMK'nin 174 (1) madde ve fıkrasının c) bendi hükmü gereğince iddianamenin iadesi nedeni olacaktır.
Müdafiin varlığı bir zorunluluktur. Aynı fıkra hükmü gereğince yaptırım TCK’nin 61. maddesinin birinci fıkrasındaki kriterler doğrultusunda temel ceza C. Savcısı tarafından belirlenecek ve cezadan yarı oranında indirim yapılacaktır. 4, 5 ve 6. fıkra hükümleri doğrultusunda, şartları varsa, C. Savcısı paraya çevirme, erteleme ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) hükümlerini uygulayabilecektir. Yarı oranında indirim, şüphelinin bu usulün uygulanmasını kabul etmesini teşvik edecek, kabul oranının yüksekliği de mahkemelerin iş yükünün azalması sonucunu doğacaktır. Yine, bir müdafiin varlığı, hukuki durumu hakkında bilgilendirilmiş olan şüphelinin adil bir soruşturma sürecinden geçmesine hizmet edecek, salt yeterince bilgilendirilmeyişi sebebine dayalı usulü reddetmesi sonucunu engelleyecektir.
C. savcısı sadece temel cezayı dikkate alacaktır. Sayılan suçlarda ceza artırımını öngören nedenler bulunmadığına, yahut nitelikli haller SMU’nün uygulanabileceği yasa maddeleri arasında sayılmadığına göre, TCK’nin 61. maddesinde bahsi geçen artırım maddelerinin uygulanamayacağı eleştirilemeyecektir. Ancak, suçun teşebbüs aşamasında kalması, failin sadece yardım eden sıfatıyla suça katılması, yahut suçun olası kasıt ile işlenmesinden kaynaklanan indirim hükümleri, CMK’nin 250 (3) madde ve fıkrası gereğince uygulanmayacaktır. Bu durumda şüphelinin bu usulün uygulanmasını talep etme motivasyonunun düşük olacağı savunulabilir. Bununla birlikte, seri yargılama usulünün uygulanabileceği suçlara göz atıldığında, çoğunun teşebbüse veya iştirak halinde işlenmeye uygun olmadığı, uygun olanların ise istisnai hallerde işlenebileceği söylenebilir. Bu nedenle, bu eksikliğin uygulamada başarıyı düşürme olasılığı yüksek değildir. Her durumda suça teşebbüs ve yardım eden sıfatıyla katılma halinde ceza indirimlerinin yapılarak sonuç cezanın belirlenmesi gerektiği yönünde yasal düzenleme yapılması tartışılmalıdır.
Yasa ile eklenen CMK’nin 250 (3) madde ve fıkrası, SMU’nün C. Savcısınca zorunlu müdafii huzurda olduğu halde şüpheliye teklif edileceği öngörülmektedir. Bu düzenleme ile savcının iş yükünün artacağı kaçınılmazdır. Suçun SMU’ne tabi olup olmadığı ve ne miktarda ceza önerileceği ile bu ceza hakkında paraya çevirme, HAGB veya erteleme hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının yargısal takdirler oluşu nedeniyle düzenleme makul görülebilir. Buna karşın ikinci fıkra hükmü usul hakkında şüphelinin kollukça da bilgilendirileceğini öngörmektedir.
Kolluk bilgilendirmesinin müdafii huzurunda yapılarak, cezanın alt sınırdan belirlenmesi ve HAGB veya erteleme hükümlerinin uygulanması halinde seri muhakeme usulünün uygulanmasını kabul edip etmeyeceğinin şüpheliye sorulması ve şüpheli kabul ettiğinde bu usuli işlemin bizzat savcı tarafından artık yapılmasına gerek olmadığı yönünde yasal düzenleme yapılması tartışılmalıdır. Böylece, savcının, bu şartlarla, doğrudan, sekizinci fıkra hükmü gereğince mahkemeden seri muhakeme usulünü talep edebilmesinin yolu açılmış ve sonuç yaptırımın nispeten hafif olduğu durumlarda emek ve zamanından tasarruf sağlanmış olacaktır.
Yasa ile getirilen CMK’nin 250 (9) madde ve fıkrası, savcının talebi üzerine, mahkemenin, şüpheliyi, zorunlu müdafii huzurunda dinledikten sonra karar vereceğini öngörmektedir. Aynı fıkra hükmüne göre, mahkeme SMU şartlarının bulunduğunu saptadığında savcının gösterdiği yaptırıma hükmedecektir. Beraat kararı veremez.
Kendisinden SMU talep edilen hakimin konumu adalet komisyonu gerekçesinde şöyle açıklanmaktadır:
Seri muhakeme usulünde savcının talebi üzerine mahkeme tarafından hüküm kurulacaktır. Usulün uygulanmasında bir denetim ve neticesinde hüküm makamı olan hâkimin görevi, gerek kabulün ve gerekse hukukî vasıflandırmanın dosyaya yansıyan olaya uygunluğunu denetlemek olacaktır. Bununla birlikte hâkimin, maddi gerçeğin araştırılması amacıyla soruşturmanın genişletilmesi, yeni delillerin toplanması, tanık dinlenmesi gibi yetkileri bulunmamakta olup, maddî hakikatin ortaya çıkarılabilmesini teminen böyle bir araştırma yapılmasına ihtiyaç duyduğu takdirde usulün uygulanmasına ilişkin talebi reddetmesi gerekmektedir. Buna ilave olarak hakim, Cumhuriyet savcısının suça ilişkin hukukî vasıflandırmasıyla bağlı olmayıp, farklı bir sonuca ulaşması halinde de talebi reddedebilecektir. Hakimin, kabulün olaya uygunluğunu takdir sınırı bu şekilde belirlenmiş olup, talebi reddetmemesi halinde talepte belirtilen yaptırım doğrultusunda hüküm kurması gerekmektedir. Hakimin yaptırımı değiştirme yetkisi bulunmamaktadır.
Yasa koyucunun, olağan usuli haklarından vazgeçecek olan şüphelinin, bu kararını vermeden önce müdafii yardımı almasını gerekli gördüğü anlaşılmaktadır. Bu durumun, Yasa’nın asıl amacı olan yüksek önemi haiz olmayan uyuşmazlıkların mahkeme dışında çözümü ile çeliştiği ileri sürülebilir. Gerçekten de, kimi davaların olağan usule göre görülüp bitirilmesi, zorunlu müdafii gerektirmediğinden, seri muhakeme usulünden daha kolay olması mümkündür.
Duruşmaya gelmeyen sanığın, bu usulün uygulanması hakkından vazgeçtiği yönündeki düzenleme süreci kısaltacaktır. Ancak, zaten kısa süre önce müdafii yardımıyla ve savcının huzurunda, hakkında bu usulün uygulanmasını kabul eden şüpheliye, ayrıca hakim karşısına ve müdafii huzurunda çıkma hakkının verilmesinin usul ekonomisi yönünden gerekli olup olmadığı ve savcının talebinin mahkemece dosya üzerinde yapılacak inceleme sonucunda dosya üzerinden karara bağlanması yönünde yeni bir yasal düzenlemenin getirilmesi tartışılmalıdır. Hollanda savcısının şartların varlığı halinde şüpheli hakkında hakim onayını dahi gerektirmeyen erteleme cezası verebilme yetkisi tartışılabilir.
Olağan yargılama usulünde sanığın talebi olmadığı durumlarda müdafiisiz dinleyip mahkumiyet kararı verebilen hakimin, hızlı olması gereken seri yargılama usulünde, soruşturma aşamasında bu haktan yararlanmış sanığa neden müdafii tayin etmek zorunda olduğu açıklamaya muhtaçtır. Hiç olmazsa, yasa koyucu, sanık hakkında alt sınırdan ceza tayini gerekmesi ve HAGB yahut erteleme kararı verilmesi gereken hallerde, talep hakkında tarafları dinlemeksizin karar verebileceği yönünde yasal düzenleme yapılması düşünülmelidir.
Basit Muhakeme Usulü (BMU): Yasa ile CMK’nin 251. yeniden düzenlenmiş ve maddenin ilk fıkrasıyla, SMU’nden farklı olarak, mahkemenin uygun görmesi halinde üst sınırı iki yıla kadar hapis veya para cezasını gerektiren suçlarda BMU’nün uygulanabilmesi imkanı tanınmıştır. Yine SMU’nden farklı olarak, mahkemece salt temel ceza belirlenip indirim uygulanmayacak, dosya kapsamına göre CMK’nin 223. maddesinde belirtilen kararlardan birine hükmolunabilecek, suçun gerektirdiği tüm artırım ve indirim hükümleri uygulandıktan sonra sonuç cezada dörtte bir oranında ayrıca bir indirim yapılacak, paraya çevirme, erteleme veya sanık tarafından yazılı olarak karşı çıkılmazsa HAGB hükümlerine kararda yer verilebilecektir.
Üçüncü fıkradaki "223. maddede belirtilen kararlardan birine hükmedilebilir" ve "mahkumiyet kararı verildiği takdirde" ibareleri, hakimin bu usulü uygulayarak, beraat kararı da verebileceği sonucunu doğurmaktadır. Bu, 250. maddede salt savcı tarafından gösterilecek cezaya hükmolunabileceği yönündeki hükümden esaslı bir sapma anlamına gelmektedir. Yine 250. maddeden farklı olarak, hakimin tarafları yüz yüze dinlemesi ve bu dinlemeye zorunlu müdafiin eşlik etmesi zorunlulukları yoktur. Bu haliyle 250. maddeye kıyasla hakime daha fazla zaman kazandırma beklentisi yaratmaktadır. Bununla birlikte 6. fıkra hükmü, hakime, gerekli görmesi halinde her aşamada basit yargılama usulünden vazgeçme ve duruşma açma imkanını tanımaktadır. Adresin bulunamaması, tebligatın usulüne uygun olup olmadığı hususunda tereddüt olması gibi durumlarda, hakimin artık daha fazla bu usul ile vakit kaybetmek istememesi gibi haller yönünden bu yasal imkan yerinde olmuştur.
İkinci fıkra hükmü gereğince, tarafların yüz yüze değil, yazılı olarak bilgilendirilmesi ve varsa delillerini sunmaları için 15 günlük bir süre tanınması söz konusudur. Taraflar, kararın duruşma yapılmaksızın verileceği ve itiraz hakları olduğu hususlarında bilgilendirilecektir. 5. fıkra ise, 3. fıkra hükmü gereğince 'taraflar beyanda bulunmamış olsalar dahi duruşma yapılmaksızın ve Cumhuriyet savcısının görüşü alınmaksızın' verilecek kararın tebliği suretiyle, itiraz usulü ve itirazın sonuçları hakkında tarafların bilgilendirilmesini öngörmektedir.
SMU'nden farklı olarak, BMU'nde geleneksel usuli garantilerden yoksun kalacak olan şüphelinin herhangi bir aşamada baro tarafından ücretsiz sağlanacak bir avukata erişim hakkı bulunmamaktadır. Bununla birlikte, 252. madde gereğince hakkında BMU'nün uygulanmasına itiraz etmesi halinde, şartsız olarak mahkeme duruşma açmak zorunda bulunmaktadır. Bu nedenle, usulün uygulanması hakkında sanığın daha önceden fikrinin alınmamasının yol açtığı olumsuzluk önemli ölçüde giderilmektedir. İtiraz olmadığında karar kesinleşeceğinden, tebligatın usulüne uygun yapılması son derece önemlidir.
Hakkında BMU uygulanan sanık, karar kendine ulaştığında itiraz edip etmeyeceği hususunda bir karar verecek ve fakat bu karara ücretsiz olarak yararlanabileceği bir müdafii hukuki yardımı olmadan ulaşacaktır. Kararın mahkumiyete ilişkin ve cezanın paraya çevrilmesi veya ertelenmesi söz konusu olmadığı hallerde de durum böyledir. Bu, sanığın adalete erişimi yönünden tartışmalı bir durumdur. Sorunun çözülmesi yönünden, kararın tebliği tarihinden itibaren, sanığa tanınacak uygun bir süre içinde, bir avukatın ücretsiz görüşünü alabilmesi imkanı getiren bir sistemin yürürlüğe konması üzerinde tartışılmalıdır. Hollanda ülkesinde bulunan ve tercih eden bireylerin iki kez sınırlandırılmış süre ile yararlanabileceği legal services counters/hukuki hizmetler bürosu benzeri bir büronun kurulması üzerinde düşünülebilir. Böylece, bireyler, hakkındaki bir hukuki belge kendisine tebliğ edildiğinde ücretsiz olarak bilgilendirilecek ve bu doğrultuda kararını verecektir.
SMU ve BMU usullerine ilişkin itiraz:
Usulü ve sonuçları farklı olmakla birlikte, Yasa ister SMU isterse BMU uygulansın, sonucunda verilecek kararın itiraza tabi olduğunu hükme bağlamıştır. SMU'nün uygulanması sonucunda verilen karar CMK'nin 250 (14) madde ve fıkrası hükmü gereğince itiraza tabidir. İtiraz için özel bir usul öngörülmediğinden süre, şekil, şartları ve sonuçları bakımından CMK'nin 268 ila 271. maddelerindeki kurallar geçerli olacaktır. Bunun önemli sonucu, sanığın kabulü nedeniyle ortaya çıkan hüküm ertelenmemiş hapse dahi ilişkin olsa istinaf veya Yargıtay yasa yoluna tabi olamayacaktır. Bundan başka, itirazı inceleyecek Ağır Ceza Mahkemesi, öncelikle, hükmün CMK'nin 250. maddesinde sınırlı olarak sayılan suçlardan birine ilişkin olup olmadığına ve aynı maddede sayılan şartların olayda bulunup bulunmadığına bakacaktır. Yasa'da itirazın sadece usulü yönlere hasredileceğine ilişkin bir hüküm bulunmadığından, itirazı inceleyen mahkeme sübut ve hukuki nitelendirme yönünden de incelemede bulunacaktır.
BMU'nün uygulanmasına kararı veren mahkeme nezdinde itiraz edilecek ve CMK'nin 252 (2) madde ve fıkrası hükmü gereğince süresinde itiraz olduğunda, mahkeme başka inceleme yapmadan duruşma açılmasına karar verecektir. Bununla birlikte, aynı fıkra hükmüne göre, geleneksel yargılama kurallarından farklı olarak, taraflar usulüne uygun davetiye rağmen duruşmaya gelmezse, hakim tarafları dinlemeksizin esas hakkında hüküm verecek, sanık hakkındaki ortaya çıkacak sonuç esaslı olduğundan itiraz edilmemesinin sonuçlarının tebligatla sanığa bildirilecektir. Tarafların duruşma tarihine kadar itirazdan vazgeçme hakkı bulunmakta olup, vazgeçme halinde itiraz yapılmamış sayılacak ve önceki hüküm geçerliliğini koruyacaktır.
BMU'ne itiraza ilişkin CMK'nin 252 (6) madde ve fıkrası hükmü, itiraz edenin buna hakkı bulunmadığı veya itiraz süresinin geçtiği kanaatine vardığı takdirde, mahkemenin itirazı reddetmekle birlikte, CMK'nin 268 (2). maddesi gereğince dosyayı itirazı incelemeye yetkili merciye göndereceğini belirtmektedir. Bu anlatıma göre itirazın reddine ilişkin karara bir itirazda bulunulup bulunulmadığı beklenmeyecek ve üç gün içinde dosya ağır ceza mahkemesine gönderilecektir. Bu özel durumda, itirazı inceleyecek makam salt süre ve sıfat yönünden bir inceleme yapacaktır. İnceleme sonrasında bu yönlerden itirazın haklı olduğuna karar verildiğinde ise, kararı veren mahkeme duruşma açılmasına karar vermelidir. Duruşma sonrası verilen kararda, üçüncü fıkra hükmüne göre, önceki verdiği kararla bağlı olmayıp, itirazın sanık tarafından yapılmaması hariç olmak üzere, dörtte bir ceza indirimini de uygulamayacaktır. 5. fıkra hükmü ise, SMU'nden farklı olarak duruşma açılması sonrasında verilen kararların genel yargı yoluna tabi olacağını açıklığa kavuşturmuştur.
Sonuç : 7188 sayılı Yasa, kamu davasının ertelenmesi kararının verileceği alanı önemli ölçüde genişletmesi, seri muhakeme ve basit muhakeme usullerini kabulü ile esaslı sistem değişikliğini hukuk sistemimize getirmiştir. Başka bir makalemizde detaylarıyla incelendiği üzere, ceza adaletindeki tıkanma ve sonrasındaki insan hakları organlarınca yeni yöntemler bulunmasına ilişkin çağrılar, içlerinde Almanya, İngiltere ve Fransa ülkelerinin de bulunduğu kimi Avrupa ülkelerinin, son yıllarda, yukarıda incelenen olanaklardan daha fazlasını savcıya ve hakime vermesine neden olmuş ve bu sistemler oldukça etkili olarak kullanılmaktadır. Ülkemizde geç kalmış olan bu sistemin yukarıda incelenen dört ayrı hükümle ülkemizde de kabulü süreci başlamış görünmektedir. Ne var ki, sistemin başarılı oluşu verimli şekilde düzenlenmesine bağlıdır.
Yargıçlar Sendikası Ūyesi Yargıç Mahmut Erdemli